Sinema dergiciliğinin sonu mu?...

Sinema alanındaki basılı (matbu) dergiciliğin son otuz yıldaki en kötü dönemlerinden birini yaşıyoruz. Var olup olmadıklarını hissettirmeyen bin kaç sinema dergisinin dışında (ki onların biri ücretsiz olarak dar bir çevreye dağıtılıyor) matbu olarak yayınlanan sinema dergimiz yok denecek kadar az. Yayınlananlar ise, hem nitelik hem de tiraj olarak bu alanın gereksinimlerini karşılamaktan çok uzaklarda. Üstelik bu az sayıdaki dergilerin periyodik bir disiplin içinde belirli bir seyri takip etmeyip, bir açıdan kafalarına estiği zamanlarda yayınlanmaları da bir diğer olumsuz yanlarını oluşturuyor...

Ayrıca, sinemaya ilişkin süreli yayınlardaki bu eksiklik, gündelik gazetelerin sanat sayfasında da benzer bir şekilde yineleniyor. Gündelik basındaki sanat sayfaları ya kapanıyor, ya da kendilerine ayrılan yerler, ilan vs ile giderek küçültülerek istenilen işlevi yetirince yerine getiremiyorlar.

Klasik bir tanımlamayla sanat, ne yazık ki bu coğrafyada izlendiği kadar okunmuyor, ya da okunmaya ilişkin bir gereksinimi oluşturamıyor… Oysaki diğer sanat dallarına oranla daha yüksek bir sayıda izlenme oranı olan sinemanın aynı oranda değilse bile ona yakın bir oranda okunur olup da okunmaması, şaşırtıcı olduğu kadar da yaşanılan/görülen bir gerçektir. Şaşırtıcı olması, bu alanın yaygınlığından ve de eğitimi yapılan okulların çokluğundan, yaşanılan gerçekçiliği ise, izlendiği kadar okunur olmamasından kaynaklanmaktadır.

Sinemanın izlendiği kadar okunur olmamasını, ustaların ustası Ömer Lütfi Akad, ironik bir yaklaşımla “ülkemizde herkes bir kendi işini, bir de sinemayı bilir…” diye özetler. Gerçekten de öyledir.

Bugün sayıları yüzün üstünde olan İletişim Fakülteleri ve Güzel Sanatlar Fakülteleri başta olmak üzere, birçok okul ve kurslarda binlerce sinema öğrencisi öğrenim görmekte, onlara, azımsanmayacak sayıda öğretim görevlisi de eşlik etmektedir. Sektördeki kişilerle, sinema sanatçılarıyla bu alanların dışındaki sinema sevdalılarını da eklersek ortaya çıkan sayının ne denli büyük olduğunu görmekte gecikmeyiz... Ama ne var ki, sinemanın okur sayısı, ortaya çıkan bu bu sayının binde birinden bile daha azdır. Genel olarak birçok sinema dergisinin tirajı; magazin türünde olanların 1000, teorik olanlarının ise 500, ömürleri ise –çok azının dışında – çoğunlukla birkaç yıldır.

İzlenir olmakla okunur olmak arasındaki bu orantısızlık, çok kereler dile getirilmiş ama bir türlü çözüme ulaştırılamamıştır. Bu durum, bir bakıma, iki bilinmeyenli bir denkleme benzer: Dergiyi yapanlar mı okuru, yoksa okur mu yapılan dergiyi benimsemekte zorluk çekmiştir, ya da sinema birçoklarının düşündüğü gibi, izlendiği denli okunmaya açık değildir?

Her hangi bir sanat dalında süreli yayınların yokluğu ya da yetersiz oluşunun bir diğer olumsuz yanı ise; o sanat dalında yeni/taze bir izleyen/okur yaratamamasının yanı sıra, o alanda yazar/çizer/eleştirmen ve de araştırmacıların ortaya çıkmasını da büyük ölçüde engeller.

Çünkü her hangi bir sanat alanında yayımlanan süreli yayınların nitelik ve de nicelikleri okuru ile birlikte yazarını da, ya da yazarıyla birlikte okurunu da yetiştirir. Sanat ile okuru arasındaki bu önemli halka –yani dergiler- devreden çıkar ya da çıkartılırsa, belki o sanat dalı ortadan kalkmaz ama bilinçli bir izleyen/okurla, önemli yazar/çizerlerden ve onların yeni kuşakların oluşmasında hatırı sayılır katkıları olan yazılarından yoksun kalır.

Sinema dergileri ayrıca, izleyenden okurluğa, okurluktan yazarlığa adım adım gidilen birer eğitim yerleridir de… Bu eğitim yerlerinin okullardan tek farkı ise, öğrencilerinin; derginin yazarları, okurların ise; yazar adaylarına beğenileriyle not veren eğitmen konumunda olmalarında görülür. Sonuçta okurun beğenisini kazanan yazar, kazanamayan ise yalnızca izleyen olur. Dergiler; hem bilinçli okuru, hem de okurun beğenisini kazanan yazarlar/çizerlerin oluşmasına zemin hazırlar.

Kısacası sinema dergileri; ister okur, ister yazar olun, sinemaya giden en kısa yoldur…