Sinema mekanlarının değişim ve dönüşümü-(TAMAMI)
Günümüz koşullarının diretmesi ya da değişim- dönüşme uğramasıyla, bildik, alışıldık sinema mekanları da paylarını düşeni alarak yok olup gidiyor. Sanırım birkaç yıl sonrasında, kentin merkezi yerleriyle kimi semtlerinde müstakil sinema salonları kalmayacak, onlar da yazlık sinema mekanları gibi tarihe mal olup gidecekler.
Büyük kentlerde sinema salonlarının AVM’ler içine taşınması, yerleşik olarak isimlendireceğimiz müstakil sinemaların yok oluş sürecini hızlandırmıştı. Son on ya da on beş yıl içinde İstanbul’da birkaç semt haricinde bu tür klasik sinema mekanlarına rastlamak neredeyse olanaksız. Hemen hemen tümüne yakını AVM’lerde açılan, bölünmüş yeni ve çok seçenekli salonların kurbanı oldu ve ne yazık ki tek tük kalanlar da olmak üzere.
Elbette ki sinema salonlarındaki- mekanlarındaki bu değişim dönüşüm yeni yaşam biçimiyle koşut bir çizgi izliyor. Eğlence ve alış-veriş odaklarının yer değiştirmesi ve çoğunlukla da AVM’ler içine girmesi, yalnızca bu mekanları değil, aynı zamanda kimi semtleri-caddeleri de etkiliyor. Dünün sinema ve alış-veriş merkezi olan Beyoğlu yani İstiklal Caddesi, bugün her iki işlevini de yitirmiş durumda. Artık bu caddenin orta yeri sinema olmadığı gibi, bir alış-veriş yerinden daha çok, bir yeme-içme olgusuna hizmet ediyor. Yıllar önce büyük giyim firmaları bu caddeden kaçıp bir başka yerlere gitmesi de boşuna değilmiş.
Yaşam tarzımızı ve eğlence alışkanlıklarımızı radikal bir değişme uğratan bu durumdan en çok sinema salonlarının etkilendiğini söylemeye gerek yok. Artık günümüzde sinemaya gidilmiyor, alış veriş merkezlerinden birine gidilip, bu arada film de izleniyor. Yani sinemaya gitme ritüeli tümüyle değişime uğramış durumda.
Sessiz ama etkili
Oysaki sinema gitmek, düne kadar yalnızca film izleme gereksinimimizi karşılamak değil, onun da ötesinde bir ritüeldi. Bu ritüelin en özgün parçası ise düş şatoları adını verdiğimiz, bugün artık hiçbir özgün örneği kalmamış o devasa salonlardı. Gişe önünde telaşlı bir kalabalık, karaborsacılar, fuayede yapılan dost söyleşileri, ve salona giriş. Sonrası parter, balkon, ve localar. Ama daha önemlisi iki ya da üç bir kişinin aynı anda perdedeki düşlere takılarak birlikte film izleme keyfi. Kimi filmlerde salona dalga dalga yayılan hüzün ya da sevinç belirtilerinin oluşturduğu duygunun hep birlikte dışa vurumu. Yani topluca film izleme keyfinin kendine özgü, o anlatılmaz ve betimlenmez atmosferi vs.
Artık bunların hiç birini genç kuşaklar yaşayamayacaklar. Ama daha da kötüsü sinema denen o mekanların havasını, atmosferini soluyup, topluca film izleme keyfini daha da pekiştiren kalabalıkların ruhunu, ortak duygularının loş salonlara yansıyan o sessiz ama etkili dışavurumunu duyamayacaklar. Onlar için bu bir kayıp mı, yoksa bir kazanç mı bilemiyorum. Ama bizim kuşak için kaybedilmiş bir kültür olduğu kesin.
Onun içindir ki, Beyoğlu’nda her bir düş şatosu yok olduğunda içimiz sızlar. Çünkü yok olan yalnızca sıradan, filmlerin gösterildiği bir salon değil; onun da çok ötesinde bu kentin kimliğini ve de belleğini oluşturan, anılarla donatılmış bir düş mabedi de yok olup gider. Saray’ın, Elhamra’nın, Lüks’ün, Rüya’nın Majik’in, Alkazar ve daha nicelerinin ardından yakıp da kimselere duyuramadığımız ağıtlarımızın nedeni de bu yüzdendir.