Sinema neden izlendiği kadar okunmaz?

Türk sinemasının duayenlerinden Lütfi Ömer Akad, "Türkiye'de herkes bir kendi işini, bir de sinemayı bilir" diyerek, herkesin sinema üzerine konuşmasına karşılık, bu konuda gerekli bilgilerle donatılmamış olmasına ironik bir gönderme yapmıştı. Gerçekten de sinema izlendiği denli okunmuyor ya da yalnızca izlenilmekle yetinilip, okunarak bilgi edinilmeye pek gereksinim duyulmuyor. Ülkemizdeki sinema dergilerinin serüvenlerine göz atıldığında bu tür dergilerin hem ömür, hem de tiraj açısından ne denli yetersiz olduğunu görmek mümkündür.

Durup dururken sinema dergiciliğinden söz etmemiz nedensiz değil. Yüksek tirajlı, büyük bir gazetenin bünyesinde çıkan bir sinema dergisi, gazetenin el değiştirmesi sonucu, on dokuz yıldır süren yayın yaşamına, yine bilinen nedenlerle son vermek zorunda kaldı. Dile kolay, on dokuz yıl bir sinema dergisini çıkarmak elbette ki büyük bir başarı, hatta sinema dergiciliğimizde bir rekor. Ama; tirajsızlık ne yılları ne de bu alanda kırılan rekorları önemli kılmıyor, yaşı ne olursa olsun bir derginin kapanmasını eninde sonunda kaçınılmaz bir konuma sokabiliyor.

On dokuz yıllık bir sinema dergisinin kapanmasından ötürü birilerini suçlamak kolay ve de bir o kadar anlamsız bir davranış. Doğal olarak her kuruluş, ziyan ettiği bir yayını kapatabilir. Önemli olan, bir derginin birileri tarafından kapatılması değil, onun da ötesinde bir sinema dergisini -hem de on dokuz yıllık bir geçmişi olmasına karşın- yaşatmayı bilememiş olan sinemaseverlerin kayıtsızlığı ve ilgisizliğidir.

Evet, ülkemizde ne yazık ki sinema, izlendiği denli okunmuyor. Yalnızca izlenilmekle bilgi sahibi olunan bir alan olarak görülüyor. Bu tür dergilerin tirajlarının istenilen ve arzu edilen düzeyde olmamasının da temel nedeni bu. Diğer taraftan, ülkemizde yüz elliye yakın sinema eğitimi veren iletişim fakültesi, ellinin üzerinde yine aynı eğitimi veren güzel sanatlar fakültesi, oyuncu, yönetmen, senarist yetiştiren kurslar- merkezler var. Bir de bunlara sektörde bu işi yapan tüm sinemacıları eklersek sayının ne olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Ama ne var ki bu sayının onda değil, yüzde biri bile, bir sinema dergisini okuma gereksinmesini ne yazık ki duymuyor.

İşi yalnızca sinema dergiciliği açısından değil, kültür-sanat yayıncılığı açısından da ele alırsak durum pek değişmiyor. Bugün, yıllara dayalı, köklü, kuşaktan kuşağa bir gelenek gibi sürdürülen kaç sanat, kültür dergimiz var ki? Yıllara meydan okuyan kültür-sanat dergilerinin durumları da yine aynı nedenlerden ötürü içerler acısı.

Sinema ya da daha geniş anlamda kültür-sanat dergilerin yokluğu -ya da azlığı- yalnızca bu konuda eksik bilgilenmemizi değil, aynı zamanda yeni yazarların, eleştirmenlerin ortaya çıkmasını, bu alanda, inceleme-araştırma-eleştirme ya da mesleki makalelerin yayınlanmasını da yok eder. Gündelik gazetelerin sanat sayfalarını kaldırdığı ya da çok sınırladığı bir ortamda, bu tür süreli yayınlarının da kapılarını art arda kapamaları, hem düşündürücü hem de üzücüdür.

Sanırım en doğrusu, sinema, kültür -sanat dergilerinin holdinglerin insafına ve keyfine bırakılmayacak denli ciddi bir iş olduğunu unutmamaktadır.