Sinema ortamında mutlu son

Bir anda mısır gibi patlayan, sonrasında patlama hızının tam karşıtı bir sessizlikle sonuçlanan yapımcı -işletmeci /dağıtımcı sürtüşmesi, bir bakıma tarafların birer adım geriye çekilmesiyle tümden çözülmese de kısa bir süreliğine ertelenmişe benziyor.
Elbette ki dileğimiz; tarafların anlaşarak sorunu her iki tarafın da isteği doğrultusunda çözüme ulaştırmalıdır. Daha işin başında bu çatışmanın kazananı olmayacağı belliydi. Çünkü çatışmaya giren tarafların çıkarları- ya da daha kibarca kazanımları- bunun böyle olacağını ta işin başında beri ortaya koyuyordu.
Söylenip söylenmediği bir hayli kuşkulu olan “bir şeyleri ortaya çıkarma..” iddiasının oluşturduğu sevimsiz havanın ötesinde her iki tarafın da birbirlerine gereksinme duyduklarının izleri, tarafların temsil eden kişilerin -ki çoğu hepimizin tanıdığı ünlüler- edilgin -ya da bu sefer kibarlık yapmayacağım teslimiyetçi- yanlarıyla işin daha fazla uzamasını önledi.
Türk sinema ortamı açısından çok, ama çok önemli olan bu sorunun saman alevi gibi bir anda parlayıp, ortalığı toz dumana kattıktan sonra, yine bir anda sönmesi/söndürülmesi elbette ki nedensiz değildi. Bunun bir çok nedenleri var:
İlk neden ; bu çatışmanın yapımcılar tarafından iddia edildiği ya da içine sokulmak istendiği gibi tümüyle Türk sinemasının sorunu olmadığı idi. Çünkü yapımcılar, öteden beri var olan ve bir çok önemli art house filmlerin daha işin başından tecimsel başarısızlığına zemin hazırlayan bu sorunu bildikleri halde, sinemadaki güçlerini ortaya koyarak bu soruna çözüm getirilmesi konusunda bugüne kadar hiçbir şey yapmadılar ya da yapma gereğini duymadılar. Sorun ne zaman ki kendilerine döndüğünde, işi Türk sinemasının genel bir sorunu yaparak ortaya koymak istediler. Ama ne var ki, bu konudaki daha önceki tavırları belli olduğundan gerektiği kadar taraftar bulamadılar. Yalnızca Türk sinemasında hiçbir etkinliği ve de yaptırım gücü olmayan, ancak bakanlığın verdiği yardımlarla kiralarını ödeyen kimi mesleki kuruluşların cılız, uzlaşmacı, edilgin destekleriyle yetinmek zorunda kaldılar. Sözü edilen aynı kuruluşların; tıpkı çatışmaya giren diğer yapımcılar gibi, bugüne kadar niye, ulusal ve uluslararası film festivallerinde ödül üstüne ödül kazanan art house filmler için ses çıkarmadıkları da bu arada pekala sorgulanabilir.
İkinci neden ise; bu çatışmada taraf gibi gözüken tarafların, aynı zamanda ortak olmalarıdır. Ama kumda top oynarken çatışmaya girmeleri kimilerine bu ortaklığı tümüyle unutturuverdiği gibi Güney Kore seyahatlerini de görmemezlikten gelinmesinin önünü kesiverdi. Bu konu üzerine-birkaç istisna dışında “bizim de yolumuz bir gün onların eline düşer “ mantığı/korkusu/beklentisi nedeniyle hiç kimse, ama hiç kimse değinmedi. Ya da bu cesareti gösteremedi.
Konuyla ilgili ender cesareti yaklaşımlardan birini sinema yazarı/akademisyen Murat Tırpan yaptı. Tırpan, bir soruşturmaya verdiği yanıtta aynen şunları söylüyordu: “Aslında durumu Türk sinemasının tekellerinin kim daha çok pay almalı savaşı olarak değerlendirmek doğru olur. Zaten tartışmanın iki tarafı aslında düşman değil, ortaklar. CGV’nin yapımcılık işine de girdiğini, bu büyük yapımcıların filmlerinin bazılarına ortak olduğunu akılda tutmak lazım. Yılmaz Erdoğan ‘Bu durum sinemayı bitirecek’ şeklinde bir açıklama yapmış, aslında sinemayı bitiren büyük yapımcılar ve CGV’nin danışıklı dövüşüdür.”
Sanırım sinemamızın en büyük sorunlarından biri de düşündüğümüz gibi konuşmamak, ya da konuştuğumuz gibi düşünüp yazamamak...