Sinema tarihimizin en büyük boykotu

Devlet eliyle yapılan kültürel sermaye destekli kültür - sanat etkinlikleri, onca itilemeye karşın, deyim yerindeyse her seferinde, yandaşlarının bile ilgisizliğiyle dibe vurup duruyor... Sinemamızın normlarının oldukça üstünde bir meblağla desteklenen filmlerin gişelerde çakılmasıyla başlayan bu dibe vuruş, bilindiği gibi, uzun bir aradan sonra yapılan Kültür Şûrası’nda su yüzüne çıkmış, bu düş kırıklığını gidermek için düzenlenen uluslararası bir sinema sempozyumunda beş altı kişinin (hadi bilemediniz on kişinin) izlediği bir özel üniversite salonunda bir kez daha tökezledikten sonra, şimdi de Antalya Festivali’nde son çırpınışlarına girmiş bulunuyor.
Halka rağmen halk için yapıldığı iddia edilen ve o düzlemde planlanan tüm bu etkinliklerin yere çakılmasındaki ana neden, ideolojik olmak ya da gözükmekten çok, nitelikten uzak niceliksizlikten kaynaklanmaktadır. Bu niceliksiz oluş; biraz birilerinin gazına gelinmesinden bu etkinliklere uygun olmayan insan faktörüne, biraz yüzeysellikten, biraz da “biz yaptık oldu” anlayışına dek uzayıp gitmektedir.

OLMAZSA OLMAZ

Devlet destekli kültürel sermayenin, anlaşılmaz ve de bağışlanamaz olan bu savurganlığını da, halka rağmen halk için sloganıyla örtüştürmek isteğiyse bir başka ironi... Bırakın halkı, uzmanlarının, hatta ve hatta yandaşlarının bile katılmaktan çekindiği -ya da haklı nedenlerle katılma gereksinimi duymadığı- bu etkinlikler, sanırım yalnızca birileri tarafından, yalnızca ve yalnızca “birinin” isteği doğrultusunda, onca yılların ihmalinin üzeri örtülsün diye yapılıyor.
Ama ne yapılırsa yapılsın olmuyor... Siyasal iktidarın yıllar yılı es geçtiği, eksik bıraktığı kültürel pazılın o yerleri bir türlü dolmuyor, doldurulmuyor. Ulufe dağıtırcasına yandaş sinemacılara verilen onca para, ne gişede, ne de sanat ortamında karşılığını bulabiliyor; tersine, düş şatolarının loş salonlarında çakılıveriyor. Festivallere davet edilmiyor, edilseler bile elleri boş dönüyor ve dahası bir kısmı, o filmlerde oynayanlar kadar bile seyirci toplayamıyor.
Bir bakıyorsunuz bu denli cazip ve de cömert yardımları sinema salonlarında boş koltuklara gömenler, Kültür Şûrası’nda “milli” sinema üzerine nutuklar atıp bildiriler sunduktan sonra, bu kez de, 34 yıllık geleneği altüst ederek ulusal sinemayı dışlayıp sözüm ona dünya sinemasına yelken açan Antalya Festivali’nde, filminin başarısızlığının üstünü örtmek için boykot kırıcılığına soyunarak dikkatleri başka yöne çekmek istiyorlar.

TARİHSEL BOYKOT

Yine de olmuyor... İngilizlerin deyişiyle, bu kurnazlar, çift ata oynayanlar, “başa gelen felaketlerden ya da beceriksizliklerden bir başkasını sorumlu tutmanın bir cahillik alameti” olduğunu bile bilmiyorlar ya da bilmez gözüküyorlar... Ya da o denli çaresiz ya da iki yüzü bile olmayacak denli yüzsüzler...
Sayın Türel, Türk sinemasında, ikisi hariç tüm meslek kuruluşlarının, derneklerin, vakıfların, yönetmen, oyuncu, yapımcı, senarist, yazarçizer ve de tüm aydınların uyarı ve iyi niyetli eleştirilerine rağmen böylesine bir festivali yaparak yalnızca kendisine değil, temsil ettiği anlayışa da tahmin edilmeyecek denli zararlar verdi; kendisinden sonra bu görevi alacak kişiye, yanlışını düzeltme olanağı tanıyarak, onun sinema tarihine geçmesine de yardımcı oldu.
Ama iyi ki de öyle yaptı. Değilse bu boykot, en büyük ve de en kapsamlı boykot olarak sinema tarihimizde yerini alıp sinema ortamımızda öteden beri gereksinimini duyduğumuz böylesine örgütlenme bilincine sahip bir kuşak oluşturabilir miydi?
Ama sinema tarihi “bu döneme not düşerken” bu kadarla da yetinmeyecek elbette, boykot kırıcılarına da hakkettikleri değerleri (!) verecektir...