Sinemada Pedro Almodovar bakışı

“Bana göre edebi sinema, dilin temel bir konuma sahip olduğu ve aksiyona itici güç sağladığı bir sinemadır.”
Pedro Almodovar

Pedro Almodovar sinemasının en temel bakışında insani gerçekliğin tüm boyutlarının neşe ve acıyla anlatımı yatar.
Yeni filmi “Acı ve Zafer” bir bakıma onun bu bakışının nasıl temellendiğini gösterir bize.
Bunun nedenini salt otokurmaca bir film olmasında bağlayamayız. Şu bir gerçek ki, iyi sinemacıların önemli bir bölümü kendi yazdığı hikâyeyi anlatırken başarılıdır. Bunu salt bir özdenetim olarak değil, o kişiyi sinemacı yapan öğenin sinema bilgisinin ötesinde iyi hikâye anlatıcı olmasından kaynaklandığını söylemek gerekir.
Sanırım şunları alt alta yazmak Almodovar sinemasını tanımlamak için ne yeterli, ne de açıklayıcı:

Melodramik,
Acı,
Grotesk,
Cinsellik,
Duygusal,
Eleştirel,
Pornografik,
Dramatik,
Tutku,
Arzu,
Aşk,
Yıkıcılık,
Yas,
Trajik...

Bu listeyi uzatabiliriz de. Örneğin bir önceki filmi “Julieta” (2016) veya bunun öncesindeki “İçinde Yaşadığım Deri” (2011) ve “Kırık Kucaklaşmalar” (2009) bu izlek coğrafyasını genişletebilecek içeriğe sahip filmleriydi.
Beden ve haz ilişkisini bu kez beden ve yaratıcılık ekseninde tükenmişlik sendromuyla buluşturarak vermesi onun sinemadaki anlatımcılığını nereye taşıdığını gösterir bize.
“Acı ve Zafer” aynı zamanda bellek ve hatırlama üzerine kurulu bir film. Acının gelip düğümlendiği yeri gösterirken, bize, filmin/hikâyenin kahramanı Salvador Mallo, üstlendiği misyonla kırgın/ezgin bir yaratıcının bedeniyle sorununun bir tür çocukluk travmasıyla da ilgisini sezinletir.
Gene “kadın” baş figür olarak sağaltıcılık rolünü üstlenir. Salvador’un annesiyle yakın/uzak duruşu, çocukluğuna dönüşlerdeki neşeli/hüzünlü/buruk yalnızlığı...
Almodovar sinemasının en başat özelliği olan duygu döngüsünü insanlar arasında yaşanan iletişim ve kopuş düşüncesiyle bir olay ekseninde temellendirmesi kayda değerdir. Oradan ortaya çıkıp yayılan her türlü şiddet/çatışma, anlaşılamama bir adım sonrasında Almodovar’ı öfkeye, hatta küsmeye kadar götürür. Bir “dönüş”/”sorgulama” /”yüzleşme” filmi olarak okunabilecek “Acı ve Zafer” bir başarı kutsanmasındansa; bir yönetmenin geldiği yerin arka planının görme/gösterme öyküsüdür.
Yaratıcının yalnızlığındaki sanrı, aşk kırgınlığı, geçmişle olan hesaplaşması...
Öyle ki o taşınan çocukluk dönülemeyen bir bellek, hatırlanan travma, yaşanan iç kederin aurasıyla buluşarak onun sinemasının da çıkış noktasını oluşturacaktır bir süre sonra.
Yaratıcının içlenişi, koygun yalnızlığındaki bedeninin keşfiyle yaşanan acının labirentleri salt fiziksel değil ruhsaldır da.
Bunu da hem çocukluk hem de anne figürü üzerinden vermesi, aslında insanın açmazını göstermesi açısından kayda değer.
Filmin ana kahramanı Salvador’un, “film çekmezsem hayatın bir anlamı yok,” düşüncesi onun varoluş nedenidir de. İçi çekilen zamanındaki acı ancak çekeceği filmle onun ruhunu sağaltacaktır. Bunu bir “zafer” olarak görmez. Yaşamasının, hatta nefes alması ve bedeninin sağalmasının nedenidir de!
Kendini tekrar etmek yerine susmayı seçen bir yaratıcının içindeki acının, bunun yaşattığı döngünün ne tür açmazlar yarattığının öyküsünü de anlatır bize Almodovar.
Yer yer “ben burada neredeyim” sorusunu da izleyicisine sorduran bir anlatıcıdır o. Hem de iyi bir anlatıcı olarak şunu fısıldar bize: Hikâyemiz bu, peki sizin hikâyeniz nerede, eğer bu görmeden/anlamadan/anlatmadan yaşıyorsan yazık sana da?
Kuşkusuz sorular da sorduran bir yönetmendir Almodovar.
Kendi olmak için yola çıkan her anlatıcının anlattığı/yaşadığı girdabı da gösterir bu hatırlama/bellek yolculuğunda.
Anlatılan çocukluk ise salt bir hatırlama imi olarak yer almaz filmde. Bir sinemacının varoluşunun ilk izlerine orada yaşananlarda, hatta yoksunlukların sızıp getirdiği ışıkta yatar.
Öyle ki, Almodovar sinemasındaki en belirgin bir ya burada da karşımıza çıkar: Filmi izleyip bitirdikten sonra yeni bir izleme arzusu sizde depreşir. İkinci okumaya hazır olmak için ise araya kısa bir mesafe koymak kaçınılmaz.