Sinemamızda yitik yapıtlar dönemi
Her bir şeyin etkilendiği, hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı şaşırtıcı, tedirgin edici giderek korkutucu olarak tanımlanabilecek bir süreçten geçiliyor. Ayrıca; her alanda bu sürecin koşularına boyun eğmeyip geleceğe ilişkin akılcı tedbirler almak yerine, sürecin rüzgarına kapılarak onun sürüklediği yere gitmek gibi bir eğilim gözleniyor. Bu belirgin eğilimin gözlendiği alanlardan biri de sinema.
Sinema tarihimize bir göz attığımızda, kimi dönemlerin sinema alanını ne denli radikal bir biçimde etkilediğini görmekte gecikmeyiz. Çünkü bizim sinema tarihimizi belirleyen dönemler; yapıtların nitelikleri ya da estetik değerlerin ölçütleriyle değil de, tümüyle deskriptif, yani tanımlayıcı, betimleyici bir şekilde belirlenmiştir. Sinema alanındaki tüm dönemlerin başlama ve sonuçlanma nedenleri arasında, hep siyasal olaylar ve bunlara bağlı ölçütler yer almış, bu ölçütler, o dönemde yapılan yapıtların içeriklerini etkilemese de, genel durumu kimi değişim-dönüşümlere zorlamıştır.
Örneğin sinemamızın ilk dönemlerinden biri olan Tiyatrocular ya da Muhsin Ertuğrul Dönemi, 1922’de başlayıp 1938’de sonlanmıştır. Ya da bu tarihler arasında etkin olmuştur. Görüldüğü gibi başlangıcı ve sonu oluşturan tarihler, aynı zamanda dönemin tüm alanlarını da etkileyen tarihlerdir. Birisi rejimin radikal bir biçimde değişmesi , diğeri ise ikinci Dünya Savaşı’nın başlangıcıdır. Her iki olayın da bu dönemde ve sonrasında yapılan filmlerin içerikleriyle estetik yanlarına etkisi yok denecek kadar azdır. Dönemin sinemadaki tek adamı olan Muhsin Ertuğrul, döneminin sinemadaki tanıklığını üstlenmekten çok, Sedenlerin Kemal Film’i ile İpekçilerin İpek Film’in tecimsel isteklerine yanıt vermeyi amaçlayarak bir bakma içinde yaşadığı dönemi görmemezlikten gelerek ıskalamıştır…
Öte yandan; ekmeğin, kefen bezinin vesikayla alındığı, gereksinimi duyulan her bir malın karaborsaya düşüp, ulaşılamadığı, yok olduğu savaş döneminde; , 80’li yıllarda bile bulunması pek kolay olmayan ham filmlerin temin edilerek filmlerin çekildiği sinemamızda, Geçiş Çağının (1938-1950) yaşanması da, üzerinde durulması bir r başka garipliktir.
Savaşın başlamasıyla, çoğunluğu Avrupa’da, biri ABD’de eğitim gören tuzu kuru gençlerin ülkeye döner dönmez, arda arda film çekmeye başlamalarının tek yanıtı ise, tümünün soyadlarında gizlidir. (Turgut Demirağ, Faruk Kenç, Baha Gelenbevi, Şadan Kamil vs…)
Sinemamızın bir diğer dönemi olan Sinemacılar Dönemi’nin de başlangıcıyla bitişi de bilinen siyasal olaylara denk düşer. Bu dönem 1950’de başlar 1960’da bitir. Sanki Demokrat Parti’nin tarihi gibi. Bundan sonraki 1960 ila 1967 arasındaki dönem ise sinemamızda Altın Yıllar olarak adlandırılır. İlk bakışta darbe ya da devrim olarak tanımlanan bu dönemin “altın yıllar” olarak adlandırılması bir çelişki gibi gelebilir. Ama hiç de öyle değildir. Çünkü önceleri “sol” gösterip sonrasında ”sağ” vuran bu dönemin bu dalgalanması sırasında Türk sinemasının baş yapıtlarından bir çoğu çekilmiş, ama sonrasında yine sansürün tutsağı olmuştur.
Sinemamızın dönemler içindeki özelliklerine değinildiğinde karşılaşılan bir gariplik de Yitik Yıllar ya da Karanlık Yıllar olarak tanımladığımız 1974-1979 yıllarında yaşanmış, en tutucu bir siyasal iktidar zamanında piyasayı porno filmler sarmıştır.
Sanıyorum içinde yaşadığımız günler de, bir dönemin bitişiyle bir başka dönemin başlangıcını ilişkin kimi özellikleri içeren sinyaller veriyor. Filmler çekiliyor, festivaller yapılıyor, ödüller veriliyor, dışarıda kimi başarılar elde ediliyor, ama ne bu filmleri izleyen birileri oluyor, ne de bunları geleceğe aktaracak dergiler vs. … Festivaller ise kendi içlerinde-hepsi değil çoğu laf olsun diye-yapılmış olmak için yapılıyor… Dahası; bildik, alışıldık yöntemlerle, yeni dönemin içine çaresizce sığdırılmaya çalışılıyor.
Sanırım; bu verilerin ışığında sinemamızda, bol ödüllü, bol festivalli, izlenmeyen, ya da çok az izlenip de bilinmeyen film-etkinliklerden oluşan “Yitik Yapıtlar Dönemi” başlıyor.
Bu dönemin beraberinde taşıyacağı en belirgin özelliklerinden biri de; gösterim mekanlarının ağırlık noktasının, bilinenlerin dışında (ya da yanında), artık bir başka yerlerde olacağıdır.