Sinemamızın 100. yılından arda kalanlar

Yüzüncü ve ellinci yıllar ya da diğer bir deyişle altın ve gümüş yıllar, yalnızca kültür-sanat alanında değil, her alanda; geçmişten geleceğe uzanan bir bilgi ve birikimin aktarılması, artı ve eksilerden oluşan bir muhasebesi, giderek geleceğe yönelik kalıcı olabilecek bir birikimin bir çeşit devir- teslimi anlamına da gelir. Ya da bu tür anlamlı olguların bir kez daha gündeme gelip değerlendirilmesine olanak tanır.  

Ama ne var ki ülkemizde işler böyle olmuyor. Son anda yakalanan- ya da akla gelen- bu gümüş ve altın yıllar, deyim yerinde ise bir bozuk para gibi harcanıp, garip bir acelecilik içinde, laf olsun diye, yüzeysel ve anlamsız bir dizi etkinliklerle geçiştirilip kutlanıyor.  

Sinemanın yüzüncü yılı da bu tür kutlama alışkanlığımdan payına düşeni aldı. Sinemayla ilgili onca kutlamalar arasında akılda kalan tek şey ise; Atatürk Kültür Merkezi’nin Taksim Meydanı’na bakan cephesindeki devasa 100 yıl afişiydi. Harabe haline gelen –ya da getirtilen- kültür merkezinin sevimsiz ve de bir o kadar iç burkucu cephesini kaplayan bu afiş, bir bakıma sinemamızın 100. Yılı’nın simgesi oldu. Yani içi bizi, dışı size yakar cinsinden… Sanki bir şeylerin üzerine örtme, saklama, ama diğer açıdan da 100. Yılı kutlar gibi görünme isteğinin o garip ironisinden ortaya çıkan bu durum, sanırım uzun yıllar akılda kalan ve de unutulmayacak cinstendi. 

KAZANÇ KAPISI 

Kültür-sanata ilişkin 100. ya da buna benzer anlamlı yıllar, o yılları değerlendirmekten çok, kimi kişi ve kuruluşların bir kazanç kapısı olarak algılanıyor bizde. Sinemanın 100. Yılı da böyle oldu. 100. Yıla hazırlıksız yakalanan kimi kuruluşlar, kalıcı ve etkin çalışmalar yerine, bu fırsattan yararlanma yolunu seçerek, sinemaya değil de medyaya oynamaya yöneldi. Bir değil, bir çok kuruluş, en basit yoldan 100 yılın filmlerini seçmeye yönelik anketlerle sözüm ona sinemamızın 100. Yılını kulama yarışına girişti. Bu konuda yaklaşık olarak dört-beş anket yapılarak 100 yılın en iyi 100 filmleri seçildi. Ve seçilen filmler görkemli sayılabilecek törenlerle kamuoyuna lanse edildi. Yani saman alevi gibi parlayıp sönen, ardında hiçbir iz bırakmadan yitip giden, yalnızca bu tür organizasyonu yapan kurumların kasasını dolduran, sinemadan başka her bir yere çıkar sağlayan, gereksiz, anlamsız çalışmalar… 

Bir de 100. yılda cömertçe dağıtılan ödüller var. Hemen hemen her kuruluş, Yeşilçam’dan arda kalan aynı oyunculara, hemen hemen her etkinlik ve yörede bir 100 yıl ödülü sundu. Adam başına neredeyse on-on beş ödülün düştüğü bu 100. Yıl bereketinden yararlanmaya yok gibi bir şey. Elbette ki bu ödülleri hak etmediklerini iddia etmiyoruz, ama bu denli cömertliği de pek anlamlı bulmuyoruz.  

Hele hele sinema kapatmakta ve yok etmekte ün salan bir belediyenin tıpkı Atatürk Kültür Merkezi’nin iç burkucu görüntüsünü gizlemeye çalışan afişteki ironi gibi, sinemadan yana saf tutup sinemamızın en iyi filmlerine seçmesi –ya da destekçi olması- var ki, bunu da unutmamak gerekir.  

Sinemamızın 100. yılında harcanan onca parayla neler olmazdı ki? Onlarca eser, sinemayla ilgili bir görsel arşiv, bilgi belge merkezi, küçük bir müze, bir o kadar kalıcı belgesel, yenilenen filmler, 100 yıl sineması, 100 yılı değerlendiren bilimsel yöntemlerle yapına derleme, araştırma ve incelemeler ve daha bir çok kalıcı, bir yüz yılı, diğer bir yüz yıla taşıyan nice değerler…  

İnanın, bu sayılanların tümü değilse bile, büyük bir çoğunluğu 100. yıl için harcanan paralarla yaşama geçip, gelecek 100 yıla değerli bir miras olarak bırakılabilirdi.  

Bizlere sayısız olanaklar sunan bu tür önemli yıllar, ne yazık ki, kalıcılıkla kuşatılmış ve yarınlara aktarılacak etkinlikler-kurumlar yerine, kimilerinin ceplerini doldurmaya davetiye çıkaran bir dizi yapay ve de değeri tartışılan sevimsiz eylemlerle harcanıp gidiyor.