Sinemanın mesleki kuruluşları sokakta
Yıllar yılı devlet sinemaya ne zaman el atsa -her daim destekleme fonundan beslenen ve o kurullarda yer alan bildik yandaşların dışında- sinemanın anası ağlamıştır derken, inanın abartmadık bir bilinen, denene denene neredeyse gelenek haline gelen ve getirilen bir gerçeğin altını çizdik.
Dün öyleydi, ne yazık ki günümüzde de aynı. Yani ona yardım etme gibi görünen devletle (yoksa devlet yerine siyasal iktidarlar mı denmeli?) anası ağlayan sinemanın yıldızı bir türlü bağdaşmadı. Devlet mi sinemayı sevmedi, yoksa sinema mı, devletle konuşmasını bilemedi, orası bir başka hikaye... Bu kez de yanılmadık...
Geçtiğimiz günlerde -çok değil iki üç gön önce- aralarında yarı resmi mesleki kuruluş olan SESAK (Türkiye Sinema Sahipleri Meslek Birliği) olmak üzere sinemamızın tüm meslek birlikleri bulundukları binadan apar-topar kapı dışı edilip, kelimenin tam anlamıyla sokağa atıldılar.
Böylesine acele tahliyenin ya da bir diğer söyleyişle sokağa bırakılmanın bilinen nedeni ise; tüm mesleki kuruluşların aylar boyu kiralarını ödememeleri. Elbette ki hemen akla, bu “doğal değil mi?” gibisinden bir soru gelebilir. Yalnızca bizim coğrafyamızda değil, her yerde, kirasını ödemeyene aşağı-yukarı benzer işlem yapılır. Doğrudur... Ama garip olan durum, mesleki kuruşlarının tümümün kirasını kendilerinin değil de devletin vermesidir. Yani sinema alanındaki tüm mesleki kuruluşların -birkaç tanesi istisna- kirasını yıllar yılı devlet vermektedir. Yani bu mesleki kuruluşlar devletin parasıyla ayakta -sözüm ona/ bağımsız olarak görev (!) yapmaktadırlar.
Devlet ile sinemadaki mesleki kuruluşların arasındaki ilişki böyle olunca kapı dışarı kalmak ya da bırakılmak da elbette ki kaçınılmaz oluyor.
Peki devlet, yıllar boyu kiralarını verdiği bu kuruluşların kirasını niye ödememiş? Çeşitli söylentiler var: Sayıştay raporları, kuruluşların etkinlik alanındaki verimsizlikleri ya da ne bileyim buna benzer haklı ya da zorunlu olabilecek nedenler. Ama bu nedenlerin hiç biri, bu tür kuruluşların apar-topar, kapı dışarı edilmeleri için bir neden olamaz.
Örneğin bu acele edişten yarı resmi devlet kuruluşu olan SESAM’ın tüm arşivi neredeyse sokaklara döküldü, kapının elinde kaldı. Kısacası, bir daha yerine konmamak üzere helak olup gitti.
Çünkü hemencecik taşınacakları bir gücü yok. Kelimenin tam anlamıyla birkaç masa, birkaç koltukla dışarda kaldı.
Diğerlerinin çoğunun akıbeti de bu...
İşin garibi; böylesine bir durumda sinemamıza ilişkin bir başka kişi ya da oluşumlar ortada kalsa idi, inanın bu sokağa bırakılan tüm mesleki kuruluşlar - kiraları devlet tarafından ödenmesine rağmen- ayağa kalkarak bu durumu protesto ederlerdi. Ama ne yazık ki kendileri kaldılar... Yani çaresizler, işin daha acısı ise yalnızlar... Şimdi yeri değil ama yine de aklıma geldi şu bilet mısır tartışmaları.... Anlı şanlı, sömestr dönemlerinin gişe rekorları kıran filmlere imzasını atan -atamadıkları zaman da netflixsle anlaşıp yola devam eden- Türk sinemasının ateşli savunuculuğunu yapanlar, acaba bu durum karşısında ne yapacaklar?
İnanın duyar gibi oluyorum; “Ne yapacaklar, elbette ki, kendi çıkarları olmadığı için her zamanki gibi susacaklar” dediğinizi...
Ne diyelim; başka, yine daha dün, onlarca Yeşilçam sanatçısına, emekçisine “Türk Sinemasını Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar” etkinlikleriyle SESAM adına yüzlerce ödül veren yılların sinemacısı Yılmaz Atadeniz’in ve de diğerlerinin payına düşen ödül (!) bu olmamalıydı...
Hani SESEM, Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği 1987 yılında Türk yapımcıları - sinemacılar ve video kaset dağıtımcılarının korunmaya alınması için devlet tarafından kurdurulmuş yarı resmi bir meslek birliği olup. bütçesi her yıl devlet tarafından tespit edilmekte ve tüm harcamalarını Kültür Bakanlığı tarafından karşılanıp, filmciler ve sinemacılar ile devlet arasında köprü görevi görüp, filmcilik konusunda devlete karşı tek sorumlu kuruluştu...
Bunları ben demiyorum, SESAM’ın tüzüğü yazıyor... Anlayacağınız, gerisi hikaye....