Sınırdaki eski hesap!..
Korku, öfke, ihanet, karanlık, zulüm ve isyan...
Hücre, plan, hedef, pervasızlık, silah ve eylem!.
Puşu, Takarov, talimat, takip, kurban ve ölüm...
Ve en vahimi de körlük, “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet!..”
Yani ve de maalesef; üzerinde “kan ve intikam” yazan, her açıdan yıkımı belli bir bumerangın pervasızca savruluşu ve nihayetinde dönüp dolaşıp sahibini de vurması!..
1984-1995 yılları arasında, milyonlarca insanın yaşadığı, tarih ve kültür merkezi, koca bir coğrafyayı cehenneme çeviren, insanlığın adeta nefes almasını durduran, zamanın akrebine ve yelkovanına kan sıçratan buhranlı günler ne yazık ki çok çabuk unutuldu!..
Her öfke, her zalimlik, her kayıp, her planlı karanlık nasıl kaybolduysa ve kısa sürede vahametle nasıl unutulduysa, herşeyde öylesinesilinip gitti hafızalardan işte...
Anaları yüreklerinden çığlıklarla ağlatarak, çocukları minik bedenlerinde zalimce örseleyerek ve babaları katranlı acılarda kahrederek unutuldu her şey!..
Ocakları yıkarak, yuvaları dağıtarak, masumları sakat bırakarak, öldürerek; yani, mezarları doldurarak, kısacası insanlığı tam kalbinden vurarak unutuldu her şey!..
Her şey, çoğu kez güpegündüz ve bazen de güneşin ilk batışı anlarında,tam da ortalıkta yaşandı oralarda...
Her kurban şiddete alıştırılmış gözler önünde vuruldu ve her tetikçi göz önünden kaçarak, belki de yeni eylemler için kayıplara karıştı...
KAN DAMLAYAN AĞITLAR!..
Çok geçmedi o ihanet kokan zulüm yıllarının üzerinden...
“Düşmanımın düşmanı dostumdur”gafletinin üzerinden çok zaman geçmedi...
Akıllarda kurbanların yerde yatışı, zihinlerde tetikçinin pervasız kaçışı ve gözler önündedir halen anaların “şivan” (ağıt) edişi... Ve hiç unutulmadı o dönemin devletinin kahredici umursamazlığı!..
Neredeyse sokaklarında adam öldürülmeyen ilçe, katliam yapılmayan cadde ve şiddet uygulanmayan meydan yok gibiydi oralarda!..
Zalim kurşun seslerinin teneke sesi kadar önemsizleştiği o yıllarda, Güneydoğu kentlerinin neredeyse tüm duvarlarına ölümün sıradanlığı da yazılmıştı!..
Kimi satırlarında “intikam”, kimi satırlarında “PKK”, kimi satırlarında “Hizbullah” ve kimi satırlarında ise ne şaşırtıcıdır ki karanlığa da ışık tutan“Hizbulkontra!..”
Tetikçinin belli, ölümün “faili meçhul” olduğu o kargaşa yıllarında;kaos, cendereye sıkıştırılmış çaresiz ve sahipsizyaşamların kanlı stratejisiolmuştu...
Alışmıştı insanlar, karanlığın çökmeye başlamasıyla birlikte ölümün kendisini yavaş yavaş hissettirmesine...
Kanıksamıştı insanlar,“Takarov”dan çıkan kurşunların, adresi belli kurbanlar üzerinde “faili meçhul”ve takiyeci izler bırakmasına!..
Ve ne yazık ki, boş vermek zorunda kalmıştı insanlar şiddeti, kavgayı, kanı, artık sıradan hale gelen “faili meçhul” ve de boşuna... boşuna... boşuna ölümleri!..
FAİLİ MEÇHUL TAKİYE!..
Güneydoğu’nun,kaostan karalar giymiş, puşulardan kanlar damlayan o sarsıcı, ürkütücü ve kahredici yıllarını bizzat yaşadık...
Siyaset, örgüt, taban, plan, strateji, rant, eylem ve nihayet ölüm yıllarının kan kokan havasını bizzat soluduk...
Kulaklarımızda “Kürtlerin Kürtleri” vurmak için kullandıkları silahların susmayan zalim sesleri... Zihinlerimizde “faili meçhul” ölümlere ağlayan anaların nedense hiç duyulmak istenmeyen çaresiz ağıtları...
Ve de sanki gözlerimizin önünde isyan ederek ilerleyen tabut kolonileri, sıra sıra,sözde “meçhul”e yatmış mezarlar ve olaylar bir türlü bitmediği için kaldırılmayan taziye çadırları!..
Niçin mi yaşanmıştı bu manzaralar?..Yanıtı, sebebi ve sonuçları Mezopotamya’da, günümüzde de tekrarlanan gaflet stratejisindegizli çünkü...
Güneydoğu’da; yani en çok “faili meçhul” cinayetin işlendiği Diyarbakır, Mardin, Hakkari, Urfa ve çevresinde 1984’ten itibaren etkinliğini iyice arttırmaya çalışan PKK unsurlarına karşı devlet bir süre sonra çaresiz kalmıştı...
Asker, “bir avuç şaki” diye tanımlanan dağdaki PKK ile savaşmak için çırpınırken, siyasallaşan örgütün başta Diyarbakır olmak üzere, kent merkezlerindeki “milis” yapılanması kısa sürede büyük boyutlara ulaşmıştı...
Bu yapının elamanları yalnızca PKK’ya katılmak için dağa çıkmıyordu, Güneydoğu kentlerinde gençliği “Apocular”a katmak için de çaba harcıyordu...
İşte o yıllarda; yani 1986’dan itibaren sanki gizli bir el, sinsi bir planı devreye soktu... “İlimciler” ve“Menzilciler” derken, bölgede açılan dinci fraksiyonlara ait kitapevlerinde büyüyenşeriatçılar, kısa süre sonra PKK milislerine karşı birer “vurucu güç” haline getirildiler...
KİM KAYBEDİYOR?..
Eylemsel açıdan adları yoktu henüz o gizemli grupların... Onlar; PKK milislerine, Halkın Emek Partisi (HEP) üyelerine, solculara, sosyalistlere, aydınlara ve gazetecilere karşı kendilerini taşlı-sopalı saldırılarla göstermeye çalışınca, Güneydoğu hızla kaynamaya başladı...
PKK unsurlarının bu saldırılara karşılık vermesi üzerine tehlikeli planın ikinci etabı devreye sokuldu!.. Ve kısa sürede Kürt gençlerine yönelik silahlı saldırılar da başlayınca, Güneydoğu’nun karanlık yüzünde “Hizbulkontra” deyimi türedi...
PKK’lılar aslında dini kitaplar satan dükkanların ve medreselerin çevresinde kendilerine karşı örgütlenenlerin “Hizbullahçılar” olduğunu biliyorlardı... “Devlet destekli” olduğu düşünülen bu gruba işte o yüzden “kontra” tanımını da yapıştırmışlardı...
1984-1995 yılları arasında Güneydoğu’da PKK-Hizbullah çatışmasında yüzlerce kişi öldü... Bugünlerde iki grup da kaostan çıkan siyasal rantla ayakta durmaya çalışıyor...
Peki, geçmişteki bu kargaşayı niçin mi anımsattık?.. Suriye tarafına bakınız, yanıtını net olarak görürsünüz; 1980 ve 1990’larda, Güneydoğu’da PKK’ya karşı şeriatçıları (Hizbullah) kullanan derin strateji, Suriye’de bu kez dinci teröre (IŞİD) karşı PKK’nın PYD’sini devreye sokuyor...
Velhasıl “düşmanımın düşmanı dostumdur” stratejisi Ortadoğu’nun vazgeçilmezi olmaktan kurtulamazken, geriye tek soru kalıyor; “aslında kim kazanıyor, kim kaybediyor?..”