Şişeden çıkarılan dev-(TAMAMI)

Bugün yaşadığımız olaylara baktığımızda sanmayınız ki bunlar sadece son on yılın ve sadece ülkemiz üzerinde hesapları olan dış güçlerin marifetidir.

İran’da Humeyni’nin mollalar rejimi geldiğinde ne vaatlerle ne demokrasi ve İslam sözcükleri kullanılarak önce halk kandırılmış sonra sürgünden gelen Humeyni bir yandan sol düşünce yanlısı partileri kapatırken öte yandan da şahın ordusunun canına okumuş ve rejimi ortadan kaldırmıştı. Bu olayı yıllardan sonra Mamak’ta İran’dan kaçan bir albay, eski GenelKurmay Başkanımız Sayın İsmail Hakkı Karadayı’ya anlatmış o da açıklamıştı.

Kısakürek’e göre amaç

Şişeden çıkarılan devin amacını şu sıralarda İslam’ın büyük mütefekkiri ehrikeyf Necip Fazıl Kısakürek şöyle açıklamıştı: Her şeyi İslam’da toplama ve onu topyekün zamana ve mekana hakim kılma ideali. Yakından tanıdığım Necip Fazıl Kısakürek 1943’te Büyük Doğu Dergisi’ni çıkarmış ve “Çalışmaların 1943’te başladığını, gelişmeleri günümüze kadar getirdiğini, bugüne dek işin teknik şartlarını incelediğini, asıl olanın sermaye ve kalem erbabını okuyucuya ahenkli bir zincirin halkalarının birleştirilmesinde uğraşılan başarısızlıkların artık nasıl sona erdiğini” yazıyordu. (Yeni İstanbul Gazetesi 1 Temmuz 1966)

Üstadı izleyen yakından tanıdık Mehmet Şevki Eygi -ki onun adı o dönemde Müslüman yazardır- konuyu sürdürdüğü Yeni İstiklal adlı gazetedeki sütununda şöyle diyordu:

“Halbuki acilen, büyük matbuat tesisleri, talebe yurtları, hususi liseler, haber ajansları, tiyatro, sinema müessesesi, gazete, kitap tevziat teşkilatı vs. kurmak mecburiyetindeyiz.”

Bu arada doğal olarak Müslümanların “Cihat farizasını terk ettiklerinden, ortalıkta kol gezen küfür ve dalalet cereyanlarını görmemenin büyük hata olduğundan” da yakınıyordu. (K.A. Genelkurmay’ın Işıkları Yanıyordu, 2007, 1. Baskı, sf:215-216)

Peki iktidardaki AP ve başındaki Demirel olaya nasıl bakıyordu?

İyi niyetle de olsa İslam dinine yardımcı olmak ya da sadece İsmet Paşa’yı zora sokmak belki de bir şişede hapis irtica devini kurtarmak uğruna Türkiye’yi bugünlere getirecek bir sorunu ülkenin başına saldığının farkında değildi. Nitekim bu düşüncedeki bir başka yazar ise AP sıralarında milletvekili olarak oturuyor, mecliste zorunlu olmasına karşın kravat takmamakla direniyordu. Osman Yüksel Serdengeçti. Bakın o ne yazıyordu “Ey, bütün ömürlerini daire, ev, yemek sofrası ile yüz numara arasında geçirenler! Zaman yaklaşıyor”. O da Yeni İstanbul Gazetesi yazarıydı ve bakın Osman Yüksel Serdengeçti, sarık ve cübbe giydikleri için tevkif edilen üç Ödemişli mülteci için sonradan ortanın soluna geçen ve benim de genel yayın müdürlüğünü yaptığım Yeni İstanbul’da geçmişte neler yazmıştı: “Artık bu çiftliği, bu inkılap yobazlığını, bu sahte Atatürkçülüğü bırakalım... Bırakalım vatandaş dilediği dille, dilediği kılıkla, dilediği mabette inandığına ibadet etsin.”

Yolun sonu

Görüyorsunuz bugün yaşadığımız olaylar sadece 14 Mayıs 1950’de DP’nin suçu değildir. Zaman zaman Sayın Demirel’le konuşuruz. O da bu geldiğimiz noktayı gördüğünden şöyle der:

“Biz cumhuriyet kuşağı olarak bu ahaliye cumhuriyeti ve laikliği yeterince anlatamamışız.”

1950’de Meclis’te Arapça Kuran okuyan softa ya da aynı tarihte Hacı Bayram Camii’nin mimberinden “Halife kapıda, yakında gelecek” diyen imam ne kadar suçluysa demokratik hayatın nimetlerinden yararlanan hemen bütün iktidarlar -bunlara ahir ömründe Fetullah Hoca’dan ödül alan ve onu göklere çıkaran Ecevit de dahildir- da o kadar sorumludur.

Fakat yolun sonunun 2012’de buralara kadar varacağını 1967 yılında gören ve kehanet gibi yazılar yazan Atatürkçü yazarlarımız da vardı ve onlardan biri 1967’de bakın neler yazıyordu.

Yarın: Kuran kurslarından tesettüre uzanan yol.