Sistem ve toplumbilim

Bilim ve sanat, Aydınlanma’nın iki ayağıdır. Bilim insanın aklını, sanat ise ruhunu özgürleştirmiştir. Yeni Ortaçağ’da Aydınlanmanın bu iki ayağı da, yoğun bir saldırı altındadır. Bu saldırıdan doğa bilimlerinin payına düşeni geçen haftaki yazımızda ele aldık. Şimdi de toplumsal bilimlerdeki duruma kısaca göz atalım. 

KAPİTALİZMİN BİLİMİ KISITLAMADAKİ “DAHİYANE” ÇÖZÜMÜ  

Demokratik devrimler, feodal sistemin kader olmadığını ve dönüştürülebileceğini savunarak gerçekleştirilmiştir. Ama burjuvazinin iktidarı altında yaygınlaşan kapitalist üretim ilişkileri, kısa zamanda güçlü bir işçi sınıfının mücadele sahnesine çıkmasına yol açmıştır. Bu mücadele, bilimsel sosyalizmin oluşumunu tetiklemiştir. Burjuvazi, kapitalizmin kader olduğunu savunmak gibi çetin bir sorunla karşı karşıya kalmıştır. İktidarını yıkarken itibarını da sıfırladığı Kiliseden bu amaçla yararlanmasının olanaksız olduğu bir dönemde, August Comte’un “dahiyane” pozitivizm çözümü imdada yetişmiştir.  

Bulunan “çözüm”, bilimi, bilimin kendi içinden kısıtlamaktır. Bilimde doğruluğun ölçütü pratikle sınamadır. Pozitivizm, bir olgudan o tekil olgunun ötesine geçecek herhangi bir genel çıkarımda bulunulmasını yasaklamıştır. Böylelikle bilim, nedensellik ilişkilerine dayanan öngörülerden arındırılmıştır. Pozitivizmin bilimi genellikten men etmesinin gerekçesi, “genel geçerliği” sınayacak herhangi bir deneyin yapılamaz oluşudur. Bu durumda bilim, her bulgusu bulunduğu anda geçmişte kalan bir kayıt tutma etkinliğine indirgenmektedir. Kapitalizm öncesi toplumsal sistemleri olgunsuzluk döneminin “çocukluk hataları” olarak niteleyip, insanlığın kapitalizmle ötesi olmayan en yetişkin sisteme ulaşmış olduğu da ilan edilince, pozitivizmin kurgusu tamamlanmaktadır.  

POZİTİVİZM, NEOKLASİK İKTİSAT VE BİLGİ ÇAĞI 

Neoklasik iktisat, pozitivizmin doğal devamıdır. “Bilgi çağı”nın, bilimi hemen getirisi olacak tekil bilgilere indirgeyen ve bunlardan kendi dar alanlarının dışına taşan çıkarımlarda bulunmayı yasaklayan bilgi anlayışı da, özgün değildir. Pozitivizmin bilgi anlayışının günümüz koşullarına uyarlanmış biçimidir. Yaşamın geniş alanlarını bilim dışına terkeden bu yaklaşımın Ortaçağ ile bilimi uzlaştırmanın etkili bir yolu olarak işlev gördüğünü kabul etmek gerekir.  

Neoklasik iktisat Newtoncu bir yaklaşımı benimsemekle, pozitivizm gibi Bilimsel Devrimin yanlış mirasçılarıarasında yer almaktadır. Newton’a göre maddenin etkileşimi yöneten yasalar, parçacıklara yüklenen temel özelliklerden türetilebilir. Bu yaklaşımın neoklasik iktisada yansıması, temel özelliklerin topluma değil, bireylere ait olduğu biçimindedir. Toplumsal işleyiş bireyler arasında bu özelliklerden türeyen etkileşimden ibarettir. Toplumsal sistemin onu oluşturan bireylerin üstünde ve ötesinde bir nesnel varlığı söz konusu değildir.  

“HOMO ECONOMİCUS”UN TERCİH SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ YOKTUR  

Neoklasik iktisadın örnek bireyi “homo economicus”un temel özelliği “akılcı” olması değildir. O, istediği tercihleri benimseme özgürlüğüne sahip değildir. Her şeyin daha çoku kendisine düştüğü sürece dünyanın gerisi yıkılsa aldırmamak zorundadır. Neoliberalizmin 1980’lerde başlayan ideolojik taarruzunun başlıca hedeflerinden biri de, her bireyi bir “homo economicus”a dönüştürmek olmuştur. Amaç, bireyleri uyartılara öngörülen tepkileri veren parçacıklar haline getirmektir.  

Yeni Ortaçağ’da bireylere Eski Ortaçağı’nkine ek olarak bir seçenek daha sunulmaktadır. O da bu dünya üstündeki yaşamın “tüketmeye indirgenmesi”dir. Bireylerin kısa erimli ve doğrudan getirilere odaklandırılıması, öte dünyaya ilişkin beklentilerin de bugüne kadar hiç görülmediği ölçüde “cismanileştirilmesine” yol açmıştır. 

Neoklasik iktisat toplumsal gelişmeyi açıklama açısından tükenmiş olsa da, bu yaklaşımın “raf ömrü”nün henüz tükenmemiş olduğu önemli bir alan daha vardır. O da, kamuoyu oluşturma ve yönetme endüstrisidir. Bireyleri ne ölçüde sonucu hemen ortaya çıkacak doğrudan getirilere kısıtlayabilirseniz, hangi uyartılara ne tepki vereceklerini öngörmeniz ve dolayısıyla şekillendirmeniz o kadar olanaklı olur. Bu amaç, günümüzde emperyalist dünyada toplumsal ve insani bilimlerin yönlendirilmesinde yaşamsal bir öneme sahiptir. 

HER ŞEYİN EN İYİSİYLE EN KÖTÜSÜNÜN BİR ARADA YAŞADIĞI ÜLKE 

Türkiye, her şeyin en iyisiyle, en kötüsünün bir arada yaşadığı bir ülkedir. Ülkemizin toplumsal dokusu, son iki yüzyıllık dünya tarihinde mücadele sahnesine çıkmış ne kadar toplumsal güç varsa, hepsinin temsilcilerini içinde barındırmaktadır. Türkiye bugün dünyanın toplumsal laboratuvarı gibidir. Üstelik bu laboratuvar, “canlı toplumbilim deneylerinin” alanı olarak etkin biçimde kullanılmaktadır. Bu deneylerin, tasarım ve sonuçlarıyla birlikte, üstlerindeki gizlilik kısıtlaması zaman aşımına uğradığı anda, Batı’nın “entelijans servislerinde” açık ders olarak okutulmaya başlanacağına kuşku yoktur. 

Ülkemizin bu toplumsal-siyasal çeşitliliği, hem devrim, hem de karşı devrim açısından geniş bir harekât alanı yaratmaktadır. Ülkemizde devrimin başarısı, yalnızca milletimizin gönenç ve esenliğine değil, ama aynı zamanda dünya çapında toplumbilime de çok önemli bir katkı sağlayacaktır. Çünkü günümüzde insanlık bilimsel temelli olmayan herhangi bir toplumsal ilerlemenin olanaksız hale gelmiş olduğu bir dönemden geçmektedir.  

Bilim ve Ütopya’nın Temmuz sayısında toplumbilimin günümüzde karşı karşıya bulunduğu sorunsal, oyunlar kuramı bağlamında ele alınmaktadır. İlgilenenlere saygıyla duyurulur.