Sistemi sorgulayan küresel kıpırdanışlar

Yaklaşık son üç aydır neredeyse tüm dünya, protesto ve başkaldırı hareketleri ile sarsılıyor. Coğrafya olarak yer kürenin çeşitli yerlerinde ve sayıları gittikçe artan öfkeli kitlelerin yer aldığı bu sokak hareketlerinin genel niteliği, “kurulu düzene ve içerdiği egemen yöneticilere, yönetim biçimlerine karşı olma” şeklinde belirlenmektedir.
Genel olarak, “Otoriterleşmenin” önünü alabildiğine açan “popülist hareketler” de, Şili’de metro bileti fiyatları arttı diye ülkeyi kilitleyen protestolar da, Hong Kong’da aylardır süren ve Çin devletiyle teknolojik kedi-fare oyunu oynayan direniş de, Cezayir’de ordunun her an müdahale edebileceğini bildikleri halde her hafta gösterilerini sürdürenler de, farklı hedefleri olsa bile aslında aynı olgulara, kaygılara cevap aradıkları izlenmektedir.
Bu haftaki yazımızın konusu, ülke ölçeğinde çok derinleşmeden ve yazı hacmini fazla arttırmadan, bu hareketlerin nedenleri, seslendirilen talepler ve isteklerin ortak yanları konusunda bazı çıkarımlara ulaşmaktır.
ÜLKELERE GÖRE HALK HAREKETLERİNDEKİ GÖRÜNÜR İSTEKLER VE KARŞI TAVIRLAR
Öncelikle, küresel algısı son yıllarda hızla düşen Arap ülkelerine baktığımızda;
- Sudan ve Cezayir protestolarının barışçı bir şekilde başlayıp ve sürdüğünü görmekteyiz. Sudan’da rejim direnişçilerine karşı şiddete başvurulduysa da, ordunun istediğini yapamamış, sonunda soykırımcı bir lider tasfiye edilmiştir. Cezayir de ise, geleceğin ne getireceği, mevcut yıpranmış askeri rejimin sonunda şiddete başvurup vurmayacağı henüz bilinmemektedir. Ancak şimdilerde toplum, direnişini olgunlukla ve barışçı bir şekilde sürdürmektedir.
- Cezayir’de Butteflika’nın düşürülmesinin ardından patlak veren Irak’taki olaylarda ise durum daha farklıdır. Yıllardır süren savaştan yılgın olan halk düzgün bir yönetim istedikçe, yönetimin tavrı, direnişçilerin üzerlerine güvenlik güçlerini ve milisler salma şeklinde olmaktadır.
- Lübnan’da Whatsapp kullanımını ücretli yapma kararı üzerine patlayan toplumsal hareket, zamanla hedefini genişleterek, yerleşik tüm siyasi sınıfın tasfiyesine yönelmiştir. Talebin içeriğindeki siyasi yöneticiler, ülke kaynaklarını çalan, vatandaşa devlet hizmeti götürmeyi görev olarak üstlenmeyen, insanları elektrik kesintileriyle, çöp dağlarıyla yaşamaya mahkûm eden “çürümüş” bir sistemin değişmeyen kişilerii olarak nitelendirilmektedir. Bu bağlamda anılan siyasilerin başında Cumhurbaşkanı Aun, selefi olmak isteyen damadı Gibran Basil, Meclis Başkanı Nebih Berri, Saad Hariri, hatta Dürzi lider Velid Cumbulat gelmektedir.
Siyasetindeki iktidar dağılımı mezhep esasına göre düzenlenmiş, cemaat liderlerinin, devletin güçlenmesini kuruluş döneminden beri engelledikleri Lübnan, dünyanın en borçlu üçüncü ülkesi (ulusal gelirinin 1,5 katı) konumundadır. Lübnan halkı genelde yoksul olmasına karşın, en zengin yüzde 1’in gelirin 58’ini kontrol etmektedir. Keza, ulusal gelirinin sırasıyla yüzde 11’i ve 27’si boyutlarında olan “bütçe açığı” ve “cari açık” ile yine dünyada üçüncü sırada gelmektedir. Ülkenin 25 yaş altı nüfustaki işsizlik oranı da yüzde 35-37 arasındadır.
Dünyanın diğer bölgelerinde yaşananlara göz attığımızda da;
- Latin Amerika’da Şili ve Ekvador neoliberal politikalara başkaldırırken; Arjantin, Uruguay değişimi “seçimden” beklemekte; Bolivya, Evo Morales’in zaferini ilan etmesiyle “seçim usulsüzlüğü” iddialarıyla çalkalanmaktadır.
- Kamu ulaşımına yapılan zamların tetiklediği bir diğer Güney Amerika ülkesi Şili’dir. Şili’de kişi başına gelir 15 bin doların üzerindedir. Latin Amerika ölçülerinde göreceli yüksek refah düzeyine karşın nüfusun %1’inin gelirin %33’üne el koyması, Türkiye’nin de önünde, Şili`nin “OECD’nin gelir adaletsizliği en yüksek ülkesi” sıfatına sahip olması halkın öfkesini köpürtmektedir.
Yaygınlaşan ve giderek büyüyen protestolar karşısında Başkan Sebastian Pinera, önce metro zamlarını geriye aldı, sonrasında da Santiagolular’dan özür dileyerek, çalışanlara aktarılan sosyal yardım paketinin yüzde 14 genişletildiğini duyuruyordu. Başkan Pinera daha sonra bunlarla da yetinmeyerek kabinede değişikliğe giderek, İçişleri Bakanı Andres Chadwick’i de görevden aldı. Ancak şimdiye değin bu politika dönüşümlerinin hiçbiri, Şili halkının on yıllarca uygulanmakta olan neo-liberal pratiklere karşı olan direnişini yumuşatmaya yetmedi.
- Endonezya’da laikliğin erozyona uğratılmasına, “İslâmizasyona” tepkiler yoğunlaşmaktadır.
- Hong Kong’daki hareket “demokrasi”, Katalonya’daki ise “ulusal” sorundan kaynaklanmaktadır. Ancak her ikisinde de örtük biçimde, refahın bu bölgede daha yüksek olmasının, ülkenin geri kalanıyla “zenginliği paylaşmak konusunda isteksizliğin” payı yadsınamaz.
SON DÖNEM YAŞANAN HALK HAREKETLERİNİN BENZER YANLARI
Bu konudaki bulgu ve gözlemlerimizi aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:
* Genellikle kitle hareketleri/itirazlar, can yakan, geniş kitleleri ilgilendiren “tek bir meşru istek” ile (kamu hizmetlerine zam, sübvansiyonların kaldırılması vb.)başlamaktadır. Ancak ilk kıvılcım işlevini yerine getirdikten sonra, derinde çok daha köklü sorunlar bulunduğu ortaya çıkmakta ve hareketi derinleştirmektedir.
* Hong Kong’daki hareketin “demokrasi”, Katalonya’dakinin ise “ulusal” sorunlar temelli olduğunu yukarıda zikretmiştik. Söz konusu iki bölge dışında geri kalan tüm halk hareketlerinin temelinde, gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliklerin; yolsuzluğa bulaşmış yöneticilerin; hasım her zaman “neoliberalizm” diye adlandırılmasa da, piyasacı ekonomi politikaların emekçilerin, emeklilerin ücretlerini, sosyal haklarını aşağı çekmesine, yoksulluğun yaygınlaşmasına tepkilerin başat rol oynadığını söyleyebiliriz.
* Şili’nin başkenti Santiago’da geçtiğimiz Cumartesi günü 1 milyonu aşan kalabalık, 6 milyon nüfuslu Lübnan’da her 4 kişiden 1’inin gösteriler için sokağa çıkması, anılan protesto hareketlerinin kitlesel bir boyut kazandığını göstermektedir. Keza kalabalıklarda, Müslüman ülkeler de dahil, gençlerin ve kadınların ağırlığı izlenmektedir. Bir diğer ifadeyle, sıkıntıda olan kesimler, yaş, cinsiyet, din ayırımı olmaksızın taleplerini sokaklarda dillendirmektedirler.
* Yaşanan bu kitle hareketlerinde öne çıkan liderler ve/veya örgütsel yapılardan söz edilmemektedir. Hatta sözcü bile bulunmadığı gözlenmektedir. Bu bağlamda Hong Kong’da en bilinen muhalif Joshua Wong hapisteyken, Katalonya’da Carles Puigdemont sürgündeyken bile gösterilerin boyutunun azalmamasını; Rusya’da önde gelen muhalif Alexander Navolyny’in gözaltına alınmasından sonra tepkilerin hız kesmemesini sayabiliriz.
* Protestoların kitleselliği, katılanların kararlılığı ve boyutunun, merkezi yönetim egemenlerine geri adımlar attırdığı; Lübnan ve Şili’deki kitle hareketlerinin tetikleyicisi olan uygulamalar, tıpkı Fransa’da Sarı Yeleklileler’in karbon vergisini iptal ettirmesine benzer sonuçlar verdiği görülmektedir. Ancak bu münferit uygulamalar, sokağa çıkmış olan halkın daha kapsamlı taleplerinden vazgeçip, evlerine dönmesi için yeterli olmamaktadır.

SONUÇ YERİNE
Globâl çapta toplumsal bir memnuniyetsizlik ve ısınma boy göstermektedir. Hemen her yönden, gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerden benzer işaretler gelmektedir. Verilen mesaj da, “bugünkü düzenin süremeyeceği” yönünde. Son birkaç aydır Hong Kong’dan, Şili’ye değin uzanan gösteriler, Brexit sürecinde yaşananlar, Trump’ın çaresiz tweet yağmuru, şimdilerde egemen olan “sağcı popülist dalganın” sonunun yaklaştığını göstermektedir.
Toplumsal tepkinin temelinde, çatırdayan sistemi “küreselleşme” ve “neoliberaizm” uygulamalarıyla aşmaya çalışan, bu yolla siyasi otoriterleşmenin önünü alabildiğine açan popülist hareketler ve yaklaşımlar yatmaktadır. Bu uygulamaların sonucunda, alabildiğince “bozulan gelir ve servet dağılımı”, “işsizlik”, “işlevsiz demokrasi” ve yolsuzluk ağlarıyla yayılan “çürümüşlük”, küresel fotoğrafın ana unsurları olmuştur. Lidersiz ve örgütsüz bugünkü kitle hareketindeki arayışın ilham kaynağı “eşitlik” olarak durmaktadır.