Sistemin insana uyumu

İnsan mı sisteme, sistem mi insana uyum sağlamalı? İnsan sürekli sisteme uyum sağlamak zorunda kalırsa, zamanla doğacak çelişkiler kaçınılmazdır. Sistem ise insana uyum sağladığında, çelişkiler azalır ve yeni barışçıl süreçler güç kazanır. İnsan tarafından icat edilen birşey başlangıçta faydalı ama ileride zararlı da olabilir. Bu durumda eskinin vadesi dolduğunda, yeninin ortaya çıkması süpriz değildir. Tabiatta da benzer süreçler vardır. Örneğin civcivin gelişimi için başlangıçta kabuk hayati önemdedir, ancak birgün daralan iç dünyasından dış dünyaya çıkabilmesi için, kabuğu parçalamalı. Nihayet her sistem zamanın durumuna, koşullarına ve ihtiyaçlarına göre verimlidir. “Sistem” kavramını açabiliriz.
Devletler, anayasalar, ekonomiler, dinler, ideolojiler, partiler, şirketler, üniversiteler ve teknolojiler birer sistem üzerine kuruludurlar. Birazdan bu örnekleri insan-sistem bakımından açıklayacağız. Sistem, hedefe odaklanan düzenin ve yapının bir bütünüdür. Bu bütünlük içerisinde bir birini etkileyen yapıda, insan nerede yer alıyor? Sonuçta madde insan için vardır, diyebiliriz.

‘İNSAN DEVLET İÇİN VARDIR’ ANLAYIŞI

Anayasa örneğiyle başlayalım.
Anayasa vatandaşla devlet arasında bir sözleşmedir. Almancada sözleşmeye “Vertrag” denilir ve sözcüğün kökü ‘uzlaşma’ anlamındadır. Bu ‘uzlaşma’ kavramı tesadüfen doğmuş olamaz, çünkü insan devlet için değil, devlet insan için vardır. Ancak devlet ‘uzlaşmaz’ sınıfları silah tekeliyle denetim altında tuttuğundan dolayı, terside oluyor. Yani “insan devlet için” vardır. Ceza kanunu kitaplarında çok sayıda ‘yasaklar’ yer alır. Bu yasakların kanuna dönüşmesinin sebebi, yasakların insan için yapılmış olmasıdır. Oysa bir çok yasağın yerini, önleyici çözümler alabilir. Maalesef insan önleyemediği ve çözemediği bir sorunu yasakla örtmeye çalışıyor. Bazı cezai uygulamalarda ‘kutsal’ özel mülkiyet, insandan önceliklidir ve daha değerlidir.

İşte bu ‘yasaklar sistemi’ insanla çelişiyor.
Alman filozof Richard D. Precht ‘Ben Kimim’ (Wer bin ich) adlı eserinde, her türlü suç işleyen insanı yargılamak yerine, beynini analiz etmek daha sağlıklı olacağını anlatıyor. Örneğin bir seri hırsızı yıllarca hapse tıkmak yerine ‘beyin ameliyatıyla’ sosyal hayata kazandırmak daha doğru çözüm olabileceğini yazıyor. Suçu tetikleyen asıl sebebin sadece dış etkenlerin olmadığı, suç merkezinin beyin hücrelerinin içerisinde gizli olduğuna ve tedavinin bu merkezde yapılabileceğine dikkat çekiyor.
Ekonomiyle devam edelim.
Ekonomi temel ihtiyaçlar için düzenleniyorsa, yaşam kaynakları üzerinde rekabete ne gerek? Nihayet ticari ortamlardaki eksilmeyen gerginlik, stres, rekabet ve ihale savaşları, diğerine çelme takmaktan ve ayağını kaydırmaktan başka birşeye yaramıyor. Ve bu tarz ekonomik sistem, çoğunluğa hitap etmediğinden dolayı çelişkiler içeriyor. Borçlanma ve tüketim ekonomisi insanın sisteme isteksizce uyum sağlamasıdır, zıttı olan üretim ekonomisi ise, sistemin insana uyum sağlamasıdır.
Şirketlerde insanlar kurallara göre fakat yapay zekâ donatımlı bilgisayarlar, programlara göre çalışır. İş süreçlerinde insanın hata oranı yüzde elliden daha fazla olabiliyor, çünkü hiyerarşi gereğince onayı süreçleri ve manuel müdahaleler var. Yapay Zekâ ise işini yüzde 99 doğru yapar çünkü yüklenen programa göre çalışıyor. Dolaysıyla iş süreçlerinde sistemin insana uyumu, yapay zekâ sayesinde sağlanabilir.

DİNLER GEÇMİŞİN ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜNDE EN ÜST HİYERARŞİDE

Konuyu birde din meselesi açısından değerlendirelim.
İnsan dinler için mi, yoksa dinler insan için mi var? Dinler tarihseldir ve geçmişin önemli bir bölümünde en üst hiyerarşide etkiliydiler. Ancak günümüzde birçok ülkede ideolojiye dönüştürülen “din”, devletin denetiminde vergi tekeline entegre edilmiştir. Neden? Çünkü devlet açısından masrafsız ve ‘yoktan var edilen’ din, vergi karşılığında topluma dağıtılmaktadır. Merkezi tek devlet ‘dini’, eşitçe paylaşıldığı için, ‘din’ üzerinde “devlet sosyalizmi” mekanizması uygulanıyor. Ancak milli gelire herhangi bir katkısı yoktur. Halbuki “devlet sosyalizmi” din üzerinden kaldırılıp, ekonomide uygulansa verimlilik elde edilebilir ve milli gelirin artışıyla toplumsal refah gelişir. Devletler ‘dinlere’ müdahale etmeden bunları ‘özgür’ bırakabilir ve kapitalist mantığa göre mezhepler rekabet ederek, kendi kendilerini finanse edebilirler mi? Sayın Hamza Yardımcıoğlu ‘Köleler ve Efendiler’ kitabında, din karşılığının asıl anlamı ‘borç’ olduğunu söylüyor.
Buradan parallelik gösteren para konusuna geçebiliriz. Evet borç yani para da, yoktan var ediliyor. Kabacası şöyle; üretim ve hizmete göre piyasaya para miktarı basılır. Ancak bu miktarın tümü borçtur. Çünkü devletler para basamaz, özel bankalardan kredi alırlar. Kredinin faiz kısmı ise, piyasada olmayan parayı geri istemektir. Mesela 10 kişiye toplam 100 avro borç verirsiniz, ancak herkesten 1 avro faiz istersiniz. Peki toplamda artı 10 avro faizi, on kişi nereden bulacak? Ya bir kişiden 10 avro gasp edecekler, ya da 10 avro yeni kredi çekecekler. İşte bu Ortaçağ sistemine 21. yüzyılda hâla uyum sağlamak zorunluluktur.

TEKNOLOJİ NE İÇİN VARDI?

Gelelim teknolojiye. Teknoloji insanın üretimi, ulaşımı ve iletişimi için vardır. İnsan doğa ve teknolojinin üretim süreçleri farklıdır. Doğanın üretim süreçlerinde insan sömürüsü yoktur, ancak doğa kanunlarında insan üzerinde diktatörlük vardır. Sınıflı toplumda insan-insan üretim süreci, emek sömürüsüne dayanıyor. Çağın gelişen en ileri yapay zekâ teknolojisiyle ‘insansız üretim’ sistemine ulaşıldığında, emek sömürüsü ortadan kalkacaktır. Yani teknoloji insana uyum sağlayarak hizmetinde olacaktır. İnsan üreten teknolojiyi yönetecektir.Ancak o aşamaya ulaşabilmek için, teknolojinin hangi sınıfın elinde olduğu belirleyici olacaktır.