Siyaset fukarası sendikalar

Sendikaları kısaca egemen çevrelere karşı emeğin çıkarlarını koruyan kuruluşlar olarak tanımlayabiliriz. Egemen çevrelerden kastımız sadece işverenler değil. Sermaye sınıfının baskın olduğu Parlamentoyu, medyayı, din öğesini kullanan siyasi partileri de bu kavramın içine dahil ediyoruz. Öyle ise sendikanın çoklu bir cephede mücadele veren bir kuruluş olarak algılanması kaçınılmazdır. Böyle olunca da sendikayı sadece üyelerine ücret zammı sağlayan bir kuruluş olarak anlamanın çok yanıltıcı olacağı açıktır. Sendikaların böyle dar bir alana kendilerini hapsetmeleri emekçilere karşı büyük haksızlık olur. Üzülerek belirtelim ki bizim sendikacılarımız bu haksızlık denizinde yıllardır yüzmekten anlaşılmaz bir zevk almaktadırlar.

ÜCRET SENDİKACILIĞI SINIFA İHANETTİR
Ücret sendikacılığı 1960’lı yıllarda Türk-İş tarafından Amerika’ya sürü-sepet eğitime gönderilen sendikacılarımıza Amerikan sendikacılığının öğrettiği temel bir yanlıştır. Eğitim diye gidenlere sadece ücret sendikacılığını anlattılar ve “sizin göreviniz sadece işçinin ekmeğine biraz tereyağı sürmektir” dediler. Bu yüzden ücret sendikacılığına “ekmek-tereyağı sendikacılığı (bread and butter unionism)” denir. O yıllardan bu yana ekmek ve tereyağı sendikacılığı yapan sendikalarımız ne işçilerin ekmeklerine tereyağı sürebildiler ne de işçileri sömürülmekten, ezilmekten, itilip-kakılmaktan kurtaramadılar. Toplumda sendikaların ve sendikacılığın adını yüceltecekleri yerde üyelerinden kopuk sendikacılık yaparak “sendika ağası” diye bir kavramın yerleşmesine ve toplumun sendikacılığı yücelteceği yerde aşağılamasına neden oldular.

ÜCRET SENDİKACILIĞI İŞÇİNİN SORUNLARINI ÇÖZEMEZ
Çalışanlar emeklerinin hakkını mutlaka almalı. Artı değer sadece işverene değil işçiye de yansımalı ve işçi hak ettiği adil ücreti mutlaka kazanmalıdır. Ücret sadece işçinin işyerindeki çalışma yaşamı ile ilgilidir. Oysa işçinin işyeri dışında kocaman bir yaşamı ve yığınla sorunu vardır. Sendikanın sorumluluğunu sadece işçinin işyerindeki sorunları ile sınırlayamazsınız. Sendikalar Almanya’da, Japonya’da olduğu gibi işçilerin beşikten mezara kadar olan sorunları ile ilgilenmek zorundadırlar. Onun için sendikacılığı dar değil geniş anlamı ile anlamak ve öyle anlatmak gerekir. Sendikalar toplum içinde örgütlenmiş toplumun kılcal damarlarıdır. Her kesime, her yöreye rahatlıkla ulaşabilecek güçtedir. Ülkemizde sendikalar güçlerinin çok azını kullanabilen dev kuruluşlardır ama güçlerinin farkında değillerdir.

SENDİKALARIN KORKUSU YETKİ SORUNU
Sendikalarımızı geniş anlamda sendikacılık yapmaktan alıkoyan, onları ücret sendikacılığı yapmaya mahkum eden 6356 sayılı yasanın 43 ve 44’üncü maddelerinde düzenlenmiş olan yetki sorunudur. Sendikaların varlık nedeni olarak gördükleri toplusözleşme yapabilme yetkisi siyasi bir kuruluşun, Çalışma Bakanlığı’nın elindedir. Bu son derece yanlış bir düzenlemedir. Sözleşme yapabilme çoğunluğunun hangi sendikada olacağına bakanlık değil o işyerlerinin işçileri karar vermelidir. Bunu sağlamak son derece kolaydır. 43. maddedeki itirazların çözümü yerine referandumu getirmek hem daha demokratik ve hem daha sağlıklı olur. Bakanlık siyasi olduğundan sendikacılar iktidar partisinin dümen suyunda gitmeyi, fincancı katırlarını ürkütmeden iktidara şirin gözükmek için siyasetten kesinlikle uzak durmayı sendikacılık saymakta ve fena halde yanılmaktadırlar.

SENDİKALAR SİYASALLAŞMADAN İŞÇİLER KURTULAMAZ
Ülkemizde çalışanların ve bakmakla yükümlü oldukları kimselerin sayısı 60 milyonun üstündedir. Sendikalar Çalışma Bakanlığı’nın gölgesinden kurtulsalar ve üyelerini, işçileri siyaseten aydınlatsalar, hangi partinin işçi dostu olduğunu, hangi partiye oy vermeleri gerektiğini korkusuzca söyleyebilseler, ülkemiz kendilerini Allah’ın gölgesi sanan din sahtekarlarının yönetimine terkedilmezdi.