Siyasette bir Cingöz Recai dedektifliği denemesi!

Memleketimizde de, dünyada da olaylar o kadar hızlı olur hale geldi ki, iki saat bile bir konunun eskimesine sebep olabilmekte. Daha bir hafta önce 12 şehidimizi, iki gün önce de Fenerbahçe-Galatasaray’ın Suudi Arabistan’daki maçının alengirli hallerini konuşurken, şimdi Beyrut ve İran’daki bombalamalar onun önüne geçiverdi. Yarın sabahın nelere gebe olduğunu bilemiyoruz bile bu arada. Yani eğer günlük olaylara kafayı takip kalırsak, bu işin içinden çıkamayacağımızın bir göstergesi bu son iki üç gün.

Öyleyse, tüm bu olanlara bir genel çerçeve çizebilmeyi ve büyük fotoğraf denilen o her ne ise, onu görebilmeyi öğrenmemiz gerekecek. Yani bir anlamda, bu konularda konuşmak isteyenlerin, bir Sherlock Holmes ya da Cingöz Recai gibi dedektiflik yapabilmeyi becermesi lazım artık. Öyle sloganlarla ya da keskin nutuklarla analizler yapıp boy gösterecek zamanlar çoktan geçmiş durumda.

150 SENELİK MANZARA-İ UMUMİYE

O zaman büyük fotoğraf ne acaba diye sorabilirsiniz şimdi. Bugünün büyük fotoğrafı, “dünyada yeniden radikal bir saflaşma dönemi içinde olduğumuz” gerçeğidir. Yani son 150 senedir iyice yerleştirilmiş olan dünya düzeni çatırdamaya başlamıştır ve yerini başka bir dünya düzenine bırakmamaya çalışmaktadır! Bu “Yeni Dünya Düzeni” laflarını o kadar çok duyduk ki, artık kullanmamaya başlamak gerek herhalde. Onun yerine bir Batı-Doğu derbi karşılaşmasından bahsetmek daha iyi olacağa benziyor.

Aslında, belki de ilk olarak, Batı’nın sisteminin ne denli zalimlikler üzerine kurulduğunu ve hangi zorbalıklarla bu son 150 seneyi geçirdiğini hatırlamak gerek. (Bu arada, aynı Batı’nın 1500’lerden bu yana bu zorbalık ve zalimliklerin merkezi olduklarını unutmuyoruz. Sadece bugünü açıklamak için son 150 seneye yoğunlaşıyoruz şimdilik.) Bu konuda vereceğimiz tek örnek ve rakam, bugün elindeki imkanları ve zenginlikleri bırakmamak için aklınıza gelebilecek her şeyi yapan Batı’nın, 1914 ile 1945 arasındaki 30 sene gibi kısacık bir dönemde bile, 100 milyon insanın ölümüne sebep olduğudur. Ve bu rakamı her gün ve her an hatırlamak ve hatırlatmak gerek. Bunlar, tüm o zarif görünümlerine, tatlı dillerine, sahte özgürlükçülüklerine karşın, her milletten olmak üzere 100 milyon (rakamla 100,000,000) insanoğlunun bu dünyayı terketmelerine, yani ölüp gitmelerine sebep olmuşlardı.

30 SENEDE 100 MİLYON CİNAYET!

Şimdi Batı’nın, bu tatlı hayatları; yani Parisien kafelerini, Las Vegas’ın ışıklarını, Londra’nın sarhoşluklarla dolu barlarını kolaylıkla terkedip, kendilerinin 150 senedir aşağıladıkları “oryantal” bir hayata gönüllü olarak razı olabileceklerini zannetmek, bir naifliktir ve cahilliktir. Ellerinde bugün var olanları elde etmek ve korumak uğruna, 30 senede 100 milyon insanı yok edebilen bir Batı dünyasında; barış, özgürlük, eşitlik, insanlık gibi kavramları ancak onların kitaplarında veya bildirilerinde bulabilirsiniz. Hem de tonlarcasını. Ama gerçek hayatta, bunların hiçbiri olmamıştır ve olamayacaktır da. Bunu anlamak için, Bodrum gibi Türkiye’nin geleneksel kültürü en bozulmuş yöresinde bile, bir Avrupalıya veya Amerikalı turiste en sevdikleri şeyin ne olduğunu sorun. Cevaplarının Adana kebap, lahmacun, baklava ya da Türk rakısı olmayacağına bahse gireriz. En önemli cevap, “Türk insanının ne kadar insani ve sıcak olduğudur.” Bunu da, kafadan atıp Türklüğe torpil yapmak için söylemediğimizi ifade edelim burada. Kırk yılını yurt dışında geçirmiş, yirmi sene Türkiye’ye yurt dışından kültür turizmi için binlerce insan getirmiş biri olarak, bu gözlemi hiç tereddüt etmeden yapabiliyoruz. Çünkü Batı medeniyeti, makinaları yücelestirip ilah haline getirirken, onları yapan ve çalıştıran insanlığı makinalaştırmak üzerine kurulmuştur zaten. Bundan dolayı da her Batılı, Türklerin sıcaklığına ve insaniliğine dikkat çeker ilk olarak. Zaten Türkiye’de tatil yapma arzusunun en büyük sebebi de budur. (Elbette fiyatlarımızın avro cinsinden ucuzluğunu da hesaba katıyoruz burada.) Ama yine de o kadar para harcamışken, en azından kendi memleketinde bulamadıkları tek şey olan insanlığı buldukları için buradadırlar. Yoksa daha güzel plajlar ve daha renkli tatil yerleri başka ülkelerde de vardır. Bu konuda, Türk insanının son 30 senede geçirdiği değişim ve geldiği o çok fena noktayı belirtmiyoruz bile. Ama bu çok fena noktaya rağmen, hala Türk insanı hümanizmde Batı’dakilerin çok ilerisindedir.

FATURAYI ÖDEMEMEK İÇİN KAVGA EDEN MÜŞTERİLER

İşte bu Batı, faturasını hala ödemediği ve bedavaya üzerine konduğu sömürge zenginliklerini, emperyalist sömürünün nimetlerini, sadece süreleri doldu diye kolayca bırakıp gitmeyeceklerdir ve gitmiyorlar gördüğümüz gibi. 150 senedir bu günler için besledikleri “Think Tankları”, “işbirlikçileri”, “STKları”, yazarları, çizerleri, gazetecileri ile, ölesiye bir savunma için saldırmaktalar. Önlerine engel olarak gelen veya gelebilecek her şeyi ve herkesi, hiç tereddütsüz yoketmektir amaçları. Bunun için, kutsal olan ve olmayan her türlü araç mübahtır. Din, iman, ritüel, spor, siyaset, partiler, gazeteler, fahişeler, hocalar, şeyhler, papazlar… 150 senedir kullandıkları araçların aynıları, bugün de ortalıkta dolaşıp durmaktadırlar.

Dün Kore toplumunu bölmek ve Kuzey-Güney ayrımını pekiştirip Güney Kore’yi bir Amerikan uydusu haline getirmek için Moon tarikatını kurup Hristiyanlığı kullanmadılar mı? Suudileri kullanıp Rabita paraları ile parçaladıkları Yugoslavya’daki gayet mülayim müslüman nüfusu radikalleştirmediler mi? Türkiye’mizin başına ne idiği belirsiz bir “Kürt özerkliği” çorabı örmediler mi? O yetmedi, memleketteki binlerce imam arasından birini organize edip, FETÖ denen örgütü başımıza sarmadılar mı?

GERÇEK MUTLAKA ‘KOMPLO TEORİSİNDEDİR!'

Tüm bunlara “komplo teorileri” yaftası asıp, olan biteni gölgeleyecek gazeteci, bilim adamı, profesör, hatta asker sınıfı yaratan da aynı Batı emperyalizmidir. Yaptıklarını en isabetli şekilde açıklayacak tahlillere, hemen “bu bir komplo teorisidir” dedikleri anda, o tahlil geçerliliğini yitirebilmekte. Çünkü her türden medya da, Batı’nın çöken imparatorluğunun ayakta kalan son sağlam direği görevi görmekte bugün.

Bundan dolayı da, Fenerbahçe-Galatasaray maçını, küçük bir yanlış anlaşılma, ya da birilerinin işini düzgün yapmaması olarak açıklamak aptallıktır. Yukarda açıklamaya çalıştığımız bugünkü savaşta, Batı dünyası hemen her noktada “Dolduruşa Getirme Makinası” gibi çalışmakta ve bunda da şimdilik kaydı ile, başarılı olmaktadır. Ama dolduruşa gelenlerin de iyice dolduğu bir nokta hızla yaklaşıyor. Onların Think Tankları ne kadar gelişmiş teoriler yaratsa da, hayatın ve evrenin kendi kuralları gereğince, bunların da bir sonu olacaktır. Ve o gün geldiğinde, yeter artık diyen dünya insanlığı, daha adil ve güzel bir dünya için bir araya gelecektir.