Siyasetten daha fazlası Avrasyacılık
Av. Onur Sinan Güzaltan
“Avrasyacılığın Batıcı modeli, sıkı sıkıya takip etmeyi reddetmesi, gelenekselcileri (Erbakan’ı ve arkasından gelen Erdoğan’ı) tatmin ediyordu; Avrasyacılığın “Ulusal ve kültürel kimliğini muhafaza ederek Batı’ya yönelmek” şeklinde yorumlanabilir olması, askeri çevreleri ve Kemalistleri kendine çekti. Avrasyacılık, Türk toplumundaki iki karşıt kutbu yani İslami ve laik kutupları birleştirmede ideal bir dünya görüşü oldu.”
Aleksandr Dugin, 2006
Dünyada taşların yerinden oynadığı, çatışmaların derinleştiği ve “nereye gidiyoruz” sorusunun sıkça sorulduğu bir dönemden geçiyoruz.
Sanayi devriminden bu yana dünyaya her anlamda hükmeden Anglosakson medeniyetinin yaşadığı çıkmaz ve krizi dünyaya yayarak bu çıkmazı aşma yolunu seçmesi, üzerinde yaşadığımız fakat aynı zamanda bizi sınırlayan “medeniyet” halısının ateş almasına neden oldu.
Ritüelleri ve sembolleri yıkan, insanları alışkanlıklarını değiştirmeye zorlayan bu süreç, bireylerde hayatı yeniden anlamlandırma gereksinimi yaratırken, siyasi kuvvetlerde ise bulundukları cepheyi tekrardan tanımlama ihtiyacı yarattı.
Çizilen sınırların dışına çıkıp, bugüne, geçmişe ve geleceğe farklı bir pencereden bakabilmek, yeni bir medeniyet kurmak mümkün mü?
Eğer bilimden bahsediyorsak, farklı bir pencere açmanın yolu yeni bir metot yaratmaktan geçiyor.
Aleksandr Dugin, evrensel boyutta yaşadığımız maddi ve manevi bulantıyı, Avrasyacılık adını verdiği “bilimsel anahtarı” jeopolitik yasalar olan bir metotla aşmayı öneriyor.
Dugin ismi, özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sürecinde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in danışmanı olarak, Türkiye’de yaptığı kritik görüşmeler ve açıklamalarıyla sıkça gündeme geldi.
Kaynak Yayınları’nın İnsanlığın Ön Cephesi Avrasya ismi ile sunduğu, Dugin’e ait yazıları, sunuşları ve değerlendirmeleri toplayan kitap, Rus diplomasisinin ve aynı zamanda düşün hayatının bu önemli ismini daha iyi anlamak adına önemli bir çalışma.
Tanzimat’tan bu yana önce Osmanlı sonrasında da Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya siyasetindeki yerini konumlandırmada yaşadığı güçlüklere ve bugünlerde AKP’nin ABD ve Rusya arasında yaşadığı siyasi gelgitlerin kökenlerine dair yeni bir bakış getiren Dugin, aynı zamanda tek kutuplu dünyanın karşısında Avrasyacılık adı altında yeni bir gelecek tasavvuru yapıyor.
Peki nedir bu Avrasyacılık ve Türkiye bu projede nasıl konumlandırılıyor?
1920’lerin başında doğan Avrasyacılık, 1991’de Sovyetlerin çöküşü sürecinde, Dugin önderliğinde bir kadro tarafından reforme edilen, “çok kutuplu küreselleşme senaryosu”na dair teoriler içeren bir doktrin.
Dugin Avrasyacılığı “her şeyden önce fikirsel bir hareket, siyasi felsefe, ruhani bir akım” ifadeleri ile tanımlıyor.
Avrasyacılık fikrinin reel politik hamleler, projeler içeren bir teoriden çok daha fazlası olduğu, aynı zamanda tartışmalı fikirler içeren bir medeniyet projesi, yeni bir insan tipi sunduğunu görüyoruz. Bu projenin Ankara’nın çıkarları ile çakıştığı ve çatıştığı noktalar ise ayrıca önem arz ediyor.
Jeopolitik Bir Bakış Açısı Olarak Avrasyacılık
Avrasyacı bakış açısının bilimsel anahtarını jeopolitik oluşturmaktadır. Jeopolitik, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel olayların gelişiminde ideolojinin değil, söz konusu ülkenin coğrafi konumunun ve bu konumun getirdiği şartların ve ihtiyaçların belirleyici olduğunu savunan bir bilim dalıdır.
Her ne kadar Dugin bir atıf yapmasa dahi, Avrasyacılığın temelini oluşturan jeopolitik yasalar, Fransız düşünür Montesquieu’nün (1689-1755)coğrafya ve iklimin, toplumların, adet, gelenek ve ritüellerinde belirleyici olduğunu savunduğu İklim Teorisi (Theorie de Climat) ile benzerlik gösteriyor.
Bu noktada, Montesquieu’nün coğrafyayı temel alan fikirlerinin – oryantalizme evirilen bölümleri hariç - de şaşırtıcı bir biçimde ünlü İslam düşünürü İbni Haldun’la (1332-1406) örtüştüğünü belirtmekte yarar var.
Avrasyacılık doktrini, “merkez çevre modeli esasında kurulan dünya” yapısını reddederken onun yerine dünyanın “kuzeyden güneye giden dört dikey kuşağa veya meridyen bölgesine bölünmesi”ni öngörüyor.
Dugin bu meridyen bölgelerin iç işleyişlerinde “milli devletler” değil fakat “demokratik imparatorluklara benzeyen ama kıta federasyonu olarak organize edilen devletler bloku” projesini ortaya koyuyor
Bu çerçevede, Amerika Kıtası bir bütün halinde bir kutup olarak ele alınırken, bu kutbun merkezine ABD yerleştiriliyor. Fidel Castro veya Chavez örneğinde olduğu gibi Asya ve Afrikalı anti-emperyalistlerle bir arada hareket edenlerin bu “meridyen projesinde” tam olarak nereye oturtulduğu belirsiz kalıyor.
İkinci kutup olarak, Avrupa Birliği merkezli, Avrupa, Kuzey Afrika ve Sahra Altı bölgesi kabul ediliyor. Akdeniz’in Avrupa ve Afrika arasında yer alan bölümü ise bir “Avrupa Gölü” olarak isimlendiriliyor. Bu noktada yıllarca Fransız sömürgeciliğine karşı direnmiş, Cezayir ve Tunus’un “Avrupa Gölü”nde yüzmek isteyip istemeyeceği sorusunu sormak lazım.
Üçüncü kutup ise en tartışmalı bölüm. Burada Moskova merkezli bir Avrasya çiziliyor; bir yanda Avrasya’nın Pakistan ve Afganistan olmak üzere Orta Asya’da entegrasyonunu kolaylaştırılan İran, diğer yanda da Kafkaslar, Azerbaycan ve Türki Cumhuriyetler ekseninde Rusya ile uyumlu çalışan bir Türkiye’nin yanı sıra en güneyde Hindistan’a kadar uzanan bir coğrafya ele alınıyor.
Dördüncü ve son kutup ise Çin ve Japonya merkezli, Endonezya, Malezya ve diğer bölge ülkelerini ele alan Pasifik bölgesini içeriyor. Dugin’in çizdiği resimde Çin’in evrensel ölçüde merkezleşmeye doğru giden atılımının es geçildiğini söyleyebiliriz.
Dugin tarafından çizilen Avrasya resmine baktığımızda, Moskova’nın merkezde olduğunu ve -Dugin her ne kadar merkez/çevre tanımına karşı olsa da- Türkiye ve İran’ın çevreyi oluşturduğunu görüyoruz.
Bu proje içinde, Türkiye’nin, tarihi ve coğrafi konumu itibari ile Belgrad’dan İslamabad’a ve Cezayir’e kadar uzanan etkileşim alanının yok sayılması ve bu alanı kısıtlayan bir şablonun öne sürülmesi tartışılmaya değer soruların ilki.
İkinci soru ise, çekirdeğinde, Türkiye, İran, Suriye, Irak ve Azerbaycan’ı, dış halkada ise Ortadoğu ülkelerinin tamamı ve Kuzey Afrika’da Cezayir’e kadar bir hat çizen Batı Asya Birliği Projesi’nin, Dugin’in Avrasya resmi ile ne ölçüde birbirini tamamladığıdır.
ABD emperyalizminin boyunduruğundan kurtulmak için bölgesel birlikteliklerin mutlak bir gereklilik olduğu açık fakat gerek Suriye merkezli gelişmeler gerekse de ABD-Rusya-Çin ilişkileri ele alındığında, kısa vadeli çıkarlara dayalı birlikteliklerin her an değişebileceği tehlikesini görüyoruz.
Üçüncü soru ise 1955’te Bandung Konferansı ile temelleri atılan, Çin, Yugoslavya, Mısır ve Hindistan gibi ezilen dünya milletlerinin, ABD-Rusya çekişmesinin dışında bir kutup oluşturma çabalarını yansıtan “Bağlantısızlar Hareketi” tipi yapıların, Dugin’in, Avrasyacılık tezlerinde nereye oturtulduğudur.
Küreselleşme ve Avrasyacılık
Dugin Avrasyacılığı, “tek kutuplu küreselleşmenin karşıtı olan eğilimleri ve akımları içine alan” ve bunlara “ doktrin karakteri veren proje” olarak tanımlıyor.
Dugin’in tek kutuplu küreselleşme olarak isimlendirdiği kuvvet ABD emperyalizmi. Washington merkezli bir küreselleşmenin, ABD’yi oluşturan “modern aydınlanmanın yapay projelerinin” evrenselleştirmesi olacağını ifade eden Dugin, ancak “çok kutupluluğu içeren bir küreselleşme” ile buna karşı durulabileceğinin altını çiziyor.
ABD emperyalizmi ile farklı nedenlerden ötürü çelişen, Almanya-Fransa merkezli Avrupa Birliği’nden tutun da Lübnan Hizbullah’ına kadar bütün siyasi oluşumları Avrasya’nın parçası olarak tanımlanıyor. Avrupa’da yükselen Ulusal Cephe başta olmak üzere “yeni sağ” oluşumlarda, küreselleşme karşıtlığı noktasında destekleniyor.
ABD emperyalizmine karşı duran hareketlerin, birlik olmamaları halinde mağlup olacaklarını ifade eden Dugin, Avrasyacılığı farklı direniş hareketlerini bir araya getiren bir birlik olarak tarif ediyor.
ABD işgali sırasında Bağdat Müzesi’nin Amerikan askerleri tarafından yağmalanmasından, veya Fransa’nın köylerinden, Orta Asya’nın steplerine kadar McDonalds’ların açılmasına, kısacası, “milletlerin kişiliksizleştirilmesi”ne karşı el ele verilmesi gerektiği açık.
Dugin ancak, çok kutupluluk içeren bir küreselleşme yoluyla yani, “demokratik kıtasal imparatorluklar” kurularak ABD’ye karşı mücadele edilebileceğini ifade ediyor.
Ulus Devletleri ise “sömürgecilik döneminin, emperyalizmin ve Batı modelinin tüm insanlığa zorla dayatılmasının bir sonucu” olarak görüyor.
Bu noktada, Dugin’in devlet geleneğine sahip, Türkiye, İran gibi ulus devletler ile coğrafyayı parçalamak için kurulan yapay devletler arasında bir ayrıma gittiğini ve kısa vadede Atlantikçi saldırıya karşı geleneksel milli devletin korunması gerektiğini ifade ettiğini belirtmekte yarar var.
Fakat orta vadede, ulus devletlerin, kıtasal konfederasyonlara eklendiği bir proje öngörülüyor.
Türkiye açısından baktığımızda, ulus devlet temelleri üzerine kurulan Cumhuriyetimize, ABD emperyalizminin etnik (PKK) ve dini (FETÖ) taşeronlarını kullanarak saldırdığı, öte yandan içeride, medya, kültür, sanat alanında ABD tipi bir kültür dayattığı ayan beyan ortadadır.
Maalesef toplumun yozlaşmasına, köksüzleşmesine ve bölünmesine yol açan millet olgusuna yönelik saldırıları liberaller küreselleşme, siyasal İslamcılar ise ümmet adına alkışlamaktalar. Küresel merkezler tarafından yönetilen içerideki bu saldırıları ancak Cunhuriyet ve ulus devletimizin korunmasını destekleyen uluslar arası bir ittifakla göğüsleyebiliriz.
Dayandığımız uluslar arası ittifakların, özellikle 30 seneden bu yana muzdarip olduğumuz etnik terör konusunda tavrını net bir biçimde Ankara’dan yana koyması gerektiği açık.
Bölge halklarının medeniyet masası etrafında, geleceği barışçıl ve yapıcı bir biçimde tartışmasının yolunun, Atlantik destekli etnik ve dini terör örgütlerinin ezilmesinden geçtiğini kendini Avrasyalı olarak isimlendiren bölge kuvvetlerinin anlaması önemlidir.
Bu bağlamda, Suriye konusu da dahil olmak üzere iç işlerine saygı ve her ne olursa olsun terör örgütlerine karşı ortak mücadele ortak bir gelecek iradesinin somut adımları olacaktır.
Bir Medeniyet Projesi Olarak Avrasyacılık
Avrasyacılık, bir reel politika doktrini ve tek kutuplu küreselleşme karşıtı bir hareket olmasının yanı sıra içinde bir medeniyet projesi de barındırıyor.
Yerelde, Asya ve Avrupa arasında kalan Avrasya coğrafyasına ait milletlerin, kendilerine has medeniyetlerinin tanımlanmasını içeren Avrasyalılık, evrensel boyutta, Atlantikçi tek tipleştirmeye karşı durmak adına, dine, geleneklere, imparatorluk kültürüne sahip çıkan bir medeniyet projesi ortaya koyuyor.
Dugin coğrafi anlamda özgün bir yaklaşım getiriyor ve Avrasyalılığı “Batı ve Doğu’yu birleştirmek ya da sentez elde etmek üzerine değil, farklılıkları korumak üzerine bina etmek” gerektiğinin altını çiziyor. Avrasya coğrafyasının omurgasını ise tarihsel anlamda iç içe geçmiş Türk/Slav birlikteliği ve dini anlamda Ortodoks/Şii benzerliği üzerine kuruyor.
Dugin’in bakış açısı, ortak tarih ve dini benzerliklerin birleşenlerini oluşturduğu coğrafyaya dayalı, kültürel bir birliktelik içeriyor.
Sosyolojik açıdan ise, farklı tarihlerde kaleme aldığı yazılardan, Dugin’in, laikliği modern Batı aydınlamasının bir sonucu ve “Batıcı” bir değer olarak tanımladığı anlaşılıyor.
Bu bağlamda, Dugin’in Avrasyacı medeniyet projesinde, bağımsız ve laik bir Cumhuriyet kurmak üzere Batı emperyalizmine karşı mücadele eden Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Ortadoğu’da emperyalizme karşı direnen laik Baas hareketlerini hangi kefeye koyduğu sorusu ortaya çıkıyor.
Örneğin, bugün Atlantikçiliğe karşı direnişin merkezi haline gelmiş olan Suriye’yi yöneten
Baas Partisi’ni, laik değerleri savunduğundan dolayı Batıcı olarak mı adlandırmak lazım?
Avrasyacılığı coğrafi bir bakışın ötesinde, bir medeniyet projesi olarak ele alıyorsak, bu tür soruların sorulmasında yarar görüyoruz.
Atlantik hegemonyasına karşı çıkan kuvvetlerle irtibat içinde olmanın gerekirse işbirliği yolları aramanın zorunluluğu tartışılmaz bir olgu. Türkiye’nin ilerici ve bağımsızlıkçı kuvvetleri de, haklı olarak, hem içeride hem de dışarıda emperyalizme karşı işbirliği yapılabilecek kuvvetlerin arayışında.
Arayışı bir adım daha ileri taşımakta yarar görüyor ve emperyalizmin zincirlerinin kırılmaya başlandığı bu günlerde, geleceğimizi ilgilendiren sorularımıza devam ediyoruz;
ABD emperyalizmine karşı gerek içeride gerekse de dışarıda dirsek temasında olduğumuz kuvvetler, ABD def edildikten sonra yine müttefikimiz olarak mı kalacak?
Bu kuvvetlerle, anti-emperyalizm dışında hangi ortak zemini paylaşıyoruz?
Rusya, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan ve diğer bölge ülkeleri ile coğrafi ve ekonomik birlikteliğin dışında hangi tarihi, sosyal, kültürel nehirler üzerinde birleşeceğiz?
Bölgesel bir birliğin idari yapısı nasıl şekillendirilecek?
Anglosakson medeniyetinin çizdiği medeniyet sınırları yıkılırken, bizim kuracağımız medeniyetin sınırlarının nereden başladığını şimdiden düşünmek gerekliliği erteleyemeyeceğimiz bir gerçek olarak karşımızda…
Bu sorular ve verilecek yanıtlar derinleştirilebilir. Sınırlı yerimizde, ülkemizin ve insanlığın geleceğini ilgilendiren bu konuyu ancak toparlayabildik ve önemli bulduğumuz noktaları öne çıkarmaya çalıştık.
Umarız Dugin’in kitabından yola çıkarak sorduğumuz sorular, kurmak istediğimiz yeni medeniyetin temellerinin, farklı çevrelerce tartışılması noktasında bir kıvılcım görevi görür.
“Bir orman gibi kardeşçesine” yaşayacağımız bir geleceğe…