Siyasetten önce ekonomide tercih yapmalı

Yıldırım yılbaşı gecesi düştü; elektrik ve doğalgaz zamlarını akaryakıtın ateşi izledi.                                          Kitabı ortasından açınca “faiz, enflasyon” deniyor, oysa üretimle başlayıp, refahla bitirmeli.

Halkımızda en az olan şeye (paraya) odaklanıyoruz, denetimsiz piyasacılığı kutsuyoruz.

Geldiğimiz nokta gelir dağılımı çarpıklığıdır. Borçlanma, tüm sektörleri paralize etmiştir.

“Tasarruf” diyoruz sözümüz kendimize geçmiyor, “yatırım” diyoruz kağıt üstünde kalıyor.

KDV indirildi, market fiyatları “inmedi”, petrol fiyatları düştü, pompada zam dizginlenemedi.

“Paracı politikalarla” çıkış yok... Kaldı ki, böylesi kalkınma modelleri bize çok yabancı…

İmparatorluktan beri yönetim şemsiyemize aldığımız hiçbir halkı iktisadi açıdan sömürmeyi “beceremedik” (tam tersine tüm fedakarlıkları kendi insanımız yaptı). Cumhuriyetimizle, insancıl ve hakça bir dünya diledik… Demek ki, bize yaraşır olanı, bize aşina olanı ve üzerimizde eğreti durmayanı yapmalı; emeğimizi bilimle birleştirip, nimeti de külfeti de hakkaniyet içinde paylaşmalıyız…

EKONOMİK VE SİYASAL GÜVENLİĞİMİZ

Günümüz Türkiye’si, adeta metalik çağa girmiş dünyada, gerçek anlamda bir yol ayrımında.

Halka düşen zorluklara direnmek ve dayanışmak, devlete düşen; iktisadi ve siyasi güvenliği kurmak ve korumak…

Ekonomide “tercüme” kitaplara ihtiyacımız yok… Karma-ekonominin, KİT’lerin, eğitimle tümleşmiş toplumsal kalkınma modelinin müellifi bizleriz; ihtiyacımız olan toplumsal belleğimizi canlandırmak ve alt yapı yatırımları konusunda devlet öncülüğünde cesur adımlar atmaktır… Siyasi güvenliğimiz açısından ise, toplumu güçlendirmek, çalışma yaşamını çağdaş normlarla pekiştirmek, geçim koşullarını iyileştirmek ve fiziki anlamda ordumuz ve güvenlik güçlerimizi en üst teknolojiyle donatmaya devam etmek gerekir…

İşte temel tercih budur; ya paracı, ultra-kapitalistlerin yeni-liberal düzenine, o arada “bölücü projelerine” boyun eğilecek ya da ekonomide ve siyasette ‘Tam Bağımsızlık’ aşkıyla ve ulus-devletimizden aldığımız güçle yürünecektir…

Bu bağlamda, Türkiye, siyasal tercihten (herhangi bir seçimden) önce, ekonomide seçimini yapmalıdır… Sandık gelmeden her yanı saran ekonomideki yangın söndürülmelidir..

Öyle olmalı ki, yurttaşlar ve özellikle gençler gönül ferahlığıyla ve bilinçle sisteme katılsınlar.

ÜRETİM VE ARZ PLANLAMASI

Yangını söndürmek için alevlerin çekirdeğine, yani “meselenin” derinine inelim… Enflasyonla mücadele salt para politikalarıyla sınırlanamaz; üretim planlaması ve pazarlama planlaması önemsenmelidir. Örneğin tarımda, üstün olduğumuz alanlarda alabildiğine desteklenen bir üretim deseniyle, iç pazarda gıda güvenliğini sağlama almalı, ‘artan ürünleri’ küresel rekabet haritasına uygun olarak ihraç etmeliyiz…

Burada geldiğimiz nokta” ihracattır” ve ithalatın geometrik, ihracatın aritmetik serilerde arttığı bir tabloya mahkum olmamak için, dış satım politikamızı da mutlaka elden geçirmeliyiz… Şudur: İhracat içindeki ithalat oranı azaltılmalı, imalatta yerli hammadde ve ara-mallara ağırlık tanınmalıdır… Buradan varacağımız durak ise “gümrüklerdir”…

ÇİFT ÇATALLI ETKİN GÜMRÜKLER

Kalkınma yolunda olan bir ülke olarak, etkin bir gümrük rejimine iki kere ihtiyacımız vardır. İlkin, ürettiğimiz mallara pazar bulunmasını kolaylaştıracak, ikinci olarak, ürettiğimiz malların eşdeğerinin ülkemize ‘sızmasını’ zorlaştıracak bir düzenek gerekir… Bu da yetmez; katma değer üreten malların imalatında dışarıdan uygun mal temin seçenekleri açısından kolaylık sağlayacak, öte yandan, yabancılarla müşterek ürettiğimiz ürünlerin üçüncü ülkelere erişmesini hızlandıracak entegre bir sisteme gereksinmemiz vardır… Ödemeler dengesinin düzelmesi biraz da bu düzenlere bağlıdır ve ekonomide dengeleri kurmamız, büyümde istikrarı getirir.

BÜYÜME DOĞRU TEMELLERE OTURMALI

Buradan “büyüme” olgusuna varmaktayız ve bugün çeşitli dış çevreler tarafından hazırlanan raporlarda, yıl içinde ülkemizin büyümesinin üçte ikisinin turizmden geleceği ve elde edilecek bu büyümenin üçte ikisinin ise zorunlu-keyfi ithalata harcanacağı iddia edilmektedir…

Bu nedenle dikkatimizi toplamamız gereken bir başka olgu da büyümedir. Büyüme, yatırımlardan, gerçek anlamda faaliyet geliri elde eden işletmelerden, değişim değeri olan malların dış satımından elde edilen gelirlerden, nihayet elbette turizmden ve bir o kadar da teknoloji üretimi ve marka değeri yaratmamızdan kaynaklanmalıdır…

TASARRUF KILICI, ÜRETİMİN SABANI VE TEKNOLOJİ

Birikim açısından olduğu kadar, bölüşüm açısından da halka, çalışanlara refah artışı getiren bir büyümeye sahip olmalıyız… Büyümeden somut hedefimiz yoksulluk yarı çapını daraltmak, yardıma muhtaç yurttaş sayısını azaltmak ve buna karşılık orta direği geliştirmek ve hizmetler kalitesini yükseltmek olmalıdır… Bu doğrultuda tasarruf kılıcıyla, üretimin sabanıyla, dış satım yazılım ağlarıyla, yetişmiş insan gücümüzle, bir ulusal seferberlik anlayışı içinde hedeflerimizi tanımlamalıyız…

Unutmayalım, bize “paracı” değil gerçekten üreten, savurgan değil tasarruf eden, yabancı mala tutkun değil, kendi markalarını geliştiren, teknolojideki gelişmelerin ardında sürüklenen değil, bilimsel- teknolojik gelişime öncülük eden, servetin belli ellerde ‘toplandığı’ değil, refahın, büyümenin nimetlerinin toplum kesimlerince hakça paylaşıldığı, bir Türkiye gerek…