Siyasi partiler ve sinema
Genel seçim arifesinde siyasi partilerin çeşitli alanlarda yapmak istediklerine ilişkin vaatlerini yazılı- görsel medyada gün boyu izliyoruz. Her siyasi partinin ekonomik ağırlıklı programları ve kitleleri etkileyen vaatleriyle, kültür-sanata ve onun içinde de sinemaya verdikleri yer, yok denecek denli az ve de çok yetersiz. Kitleleri etkileyen yaşamsal olgulara yönelik vaatler içinde ne yazık ki kültürsanatın önemi pek yok. Bu konunun çeşitli siyasal partilerin programları içinde yer bulması ise, yalnızca değinilmek istenmesinin getirdiği isteksiz bir gereksinmeden kaynaklanıyor.
Devlet-sinema ilişkileri, ya da siyasi partilerle sinema arasındaki ilişki, baştan beri, hiçbir zaman istenilen ve arzu edilen bir durumda olmamıştır. Kültür ve sanat, yalnızca bir kesimi hoşnut kılmak için, zaman zaman gündeme gelmiş ama bu gündeme geliş yalnızca sözde kalarak ilkesel ve kurumsallığa dönüşmemiş, dönüşse de pek etkin olmamıştır.
DEVLET DESTEĞİ YOK
Rahmetli Halit Refiğ, Yorgun Savaşçı filmini yaparken Celal Bayar’la da konuşmuş ve konuşmasının bir yerinde devletin, sanatın her bir dalında katkıları olduğu halde sinemaya niye yardım etmediğini sormuş. Celal Bayar da, bu soruya “biz sinemayı Selaniklilere bıraktık, bu işi onlar götürüyordu” demiş. Bayar’ın Selaniklilerden kastettiği ise, Türkiye’de ilk yapımevlerinden birini kuran ve sinema işletmeciliğini de yapan İpekçi Kardeşlerle, sonradan Türk sinemasının büyük yapımevlerinden biri olan Erman Film’in sahibi Hürrem Erman’dır. Yani sinema, daha işin başından diğer kültür-sanat dallarından ayrılarak, devlet desteği görmemiş, bir grubun eline bırakılarak kendi serüvenini yaşaması istenmiştir.
Tüm siyasi partilerin yirmi yıl öncesi seçim beyannamelerine bakıldığında, tümünün, sinemaya beylik bir sözcükle değindiği görülmektedir. Bu sözcük ise “Türk sinemasını çağdaş bir düzeye eriştireceğiz” dir.
BEYLİK SÖZLERLE...
Sağdan, sola tüm siyasi partilerin seçim beyannamelerinde yer alan bu sözcük yıllar yılı hiç değiştirilmeden ve de hiç gerçekleştirilmeden aynen bir kalıp gibi kullanıldı. Elbette ki, hoş ama içi boş, yalnızca laf olsun diye kullanılan bir sözcüktü bu. Hiç kimse bu sözcüğün altını doldurma gereksinimi duymadığı gibi, ne olduğunu da yazmadı. Türk sinemasını çağdaş bir düzeye getirmek... Peki bu çağdaş düzeye nasıl gelecek? Nasıl getirilecek? Neler yapılacak, ya da nelerin yapılması gerekli? gibisinden soruların yanıtları hep boş kaldı.
Türkiye’nin onca sorunu içinde siyasal partilerin kültür- sanata ve dolayısıyla sinemaya ayırdıkları yerin ne önemi var diyenler çıkabilir. Mazot fiyatlarının indirimi, asgari ücret, emeklilere bol keseden verilecek ikramiyeler, işsizlik sorununa ilişkin tahrik edici vaatler vs...nin yanında, sinemayı çağdaş bir düzeye getireceğiz demenin kitleler üzerinde bırakacağı etki ne olabilir ki? Hatta onca çözüm bekleyen yaşamsal sorun dururken, kimilerince, siz kültür-sanatla, sinemayla mı uğraşıyorsunuz diye alay konusu bile olabilir. Sanırım çoğu siyasi partinin kültür-sanat olgusuna yaklaşımlarındaki isteksizlik ve de çekingenlik de bu tür algılanma olumsuzluğundan kaynaklanıyor.
Kültür-sanatın ve de en etkili ve yaygın olan sinemanın, tüm yaşamsal konuları değiştirebilecek en önemli güç olduğunu anlamamız için herhalde bir süre daha beklememiz gerekecek.