‘Solcu ve sağcı narsisizmler’ arasında önü tıkanan Türkiye!

İnsanoğlu daha o kadar genç bir yaratık ki, doğada bir tür olarak, hala çocukluk çağını yaşayan bir tıfıl olduğunun farkında bile değil. Ondan dolayı da, hem kişisel hayatlarında, hem toplumsal faaliyetlerinde bitmek bilmeyen bir dalgalanma içinde yüzüp durmakta. Kısa bir karşılaştırma yaparsak, bir hamamböceği bile, hayatı ve etrafı hakkında daha kararlı ve belirgin bir duruşa sahiptir denebilir. Bu yargımıza belki kızanlar da olacaktır. Yani bir arslan ya da kaplan ile karşılaştırma yapılınca belki ses çıkarmayacak olanlar, bir hamamböceği ile karşılaştırılmayı kendilerine yediremeyeceklerdir mutlaka. Açıklayalım neden bu karşılaştırmayı yapıyoruz:

Bilim adamlarına göre evrenin ve içinde yaşadığımız bu fani dünyanın bir başlangıcı vardır ve bu hesaplanmıştır oldukça net olarak. Bu alemi, Yunus Emre’nin ve diğer ozanlarımızın sürekli şekilde “fani dünya” diye adlandırmaları boşuna değil elbette. Gerçekten de bir başı ve sonu olan bir yerdeyiz. Ve bu yerin başlangıcı 4,5 milyar yıla dayanmakta. Hayal bile edemeyeceğimiz bir uzaklık bu başlangıç noktası. O günden bu yana, bu fani alemde neler geldi, neler geçti uzun bir araştırma konusu. Ama yaklaşık 350 milyon sene önce, varlık amaçlarının ne olduğunu çok net şekilde anlayamadığımız hamamböcekleri geldi dünyamıza. Onlar sıcaklarla, buz çağlarıyla, depremlerle, yangınlarla, sellerle uğraşa uğraşa 349 milyon 900 bin sene geçinip gittiler buralarda. Ve yaklaşık 100 bin sene önce, bugünkü halimize benzeyen şeklimizle, bizler de katıldık onların ve diğerlerinin kalabalıklarına.

MAĞARADAN ÇIKMASAYMIŞIZ MI DESEK ACABA?

Sonraki varlığımıza “tarih” adını vermekteyiz bugün. Aslında fazla bir şey de bilmemekteyiz, son 10 bin seneye kadar olan dönemimizle ilgili. Bildiğimiz tek şey, kendimizi perişan edercesine bir yaşama savaşı vermiş ve hala da veriyor olmamız. Bilinen tarihin tamamına bir göz attığımızda, mağaradan çıktığımız o talihsiz günden bu yana, kavga, döğüş, savaş, talan ve yalanlarla dolu bir 10 bin senenin yorgunluğunu hissederiz bugün. Şöyle gerine gerine, tüm insanlığın acayip bir rahatlıkla yaşadığı bir 100 senenin bile olmadığını görmek, insanı hayal kırıklığına uğratmaya yeter aslında.

Gelelim hamamböcekleri ile bizim varlığımızın ilgisine. Bu karşılaştırmayı, bu alemde bizlerin ne tür bir varlık sürdürdüğümüze dair yapmaya çalışmaktayız burada. Hamamböcekleri, 350 milyon sene önce ne idiyseler, büyük ölçüde öyle yollarına devam edip bugüne geldiler ve böylece de devam edecekler gibi. Elbette, insan psikolojisini bile doğru dürüst anlayamayan insanoğlunun, hamamböceklerinin psikolojisini bilip, gelişmelerinin yönünü tespit etmek gibi bir iddiası olamaz. Ama gözümüzle görebildiğimiz kadarı ile, onlar yollarına her neyseler öylesine devam etmekteler.

Bize gelince, mağaralarımızı terkedip insan olma yolunda o büyük adımları atmaya başladığımız günden bu yana, başka hiçbir türde olmayan şekilde, bitmek bilmeyen bir hırs ve ihtirasın pençesinde koşturup durmaktayız. Bu yolculuğun sosyolojik, diyalektik, tarihi analizini yapacak değiliz bu kısacık yazıda. Ama hepimizin şu anda gördüğü üzere, bu süredeki yolculuğumuz o kadar da kolay veya tatminkar olmadı. Çünkü hamamböceği, doğanın kendisine verdiği yetenekler ve görevler konusunda elinden ne gelirse yaptı ve dinazorların bile yok olduğu zamanları atlatıp günümüze dek gelebildi.

MÜLKİYET GELDİ, İNSANLIK GİTTİ!

İnsanoğlu ise, özellikle de mülkiyet ilişkilerinin başlayıp sonu gelmeyecek şekilde herkesi efsunladığı bu dönemde, giderek bencilleştiği ve yırtıcılaştığı için, bir türlü bu alemdeki kesin yerini bulamadı ve hala da dört bir yana saldırarak aramakta.

Modern hayatın getirdiği şartlarda ise, eskiden bir hastalık olarak değerlendirilip tedavisi tavsiye edilen “Narsisizm” aşamasına geldi insanlık. Bütün toplumlarda bir çürüme ve yabancılaşma eğilimi, zaten pamuk ipliği ile bağlı olan “hümanist” yanımızı alıp, yoketme eğilimine girmiş bulunmakta. İnsanlığın gelmiş geçmiş tüm dinlerinin, onların tanrılarının, peygamberlerinin, kutsal kitaplarının, anayasalarının, mistik geleneklerinin, ceza kanunlarının, kararnamelerinin bu insan yaratığını düzene sokma ve gerçekten “insan” haline getirme konusundaki başarısızlıklarını ya da başarılarını, elinizdeki telefondan gözünüzü kaldırdığınızda hemen anlayabilirsiniz.

NARSİSİZMİN İKİ KANADI ARASINDA SIKIŞAN ÜLKE

İnsan olmanın en hastalıklı hali olan “Narsisizm “ yani “Kendini beğenmişlik-Bencillik” toplumlarımızı tepeden tırnağa etkisi altına almış durumda. Bunu son iki aydır seçim sürecine boğulmuş olan memleketimiz insanında da açıkça görebilmekteyiz. Özellikle de “sol” diye nitelendirilen kesimdeki siyasi kostaklık, en doğrusunu ben bilirim halleri, bu “politik narsisizm”in çok açık bir tezahürüdür bizce. Sahtekarca da olsa, kendilerinden başka hiçkimsenin Türkiye’yi sevemeyeceğini, bu sevgiye uygun düşünceler geliştiremeyeceğini, alternatifler öne süremeyeceğini, Türkiye sevgisinin kendi tekellerinde olduğunu farzeden bir kesimimiz oldu maalesef. Çok garip bir şekilde, bu kesime yüzde yüz paralel bir başka kesimde de, “sağcı dini-ruhani narsisizm” denebilecek bir eğilim vardı zaten yıllardır. Müslümanlığın sadece kendilerine bahsedilmiş bir inanç olduğunu, başka kimseciklerin bu konuda ağızlarını bile açmaya hakları olmadığını, kendileri dışındaki herkesin dinsiz ve imansız gavurlar olduğuna şiddetle inanan bu kesim de, aynı patalojik narsisizm hastalığı altında, Türk toplumunu “sağ” tarafından sıkıştırmaktadır.

ARENADAKİ ZİNCİRLENMİŞ GLADYATÖR: TÜRKİYE

“Sahte solcu Politik Narsisizm” ile “sağcı dinci Narsisizm” arasında, kocaman Türk toplumu adeta cendereye sıkıştırılmış bir zeytin torbası gibi ezilmektedir. Böylesine anlamsız bir cenderede ezilen zeytinden, pırıl pırıl parlayan altın renkli bir zeytinyağının çıkarılması mümkün olmuyor elbette. O nedenle de, olağanüstü bir potansiyele sahip olan 85 milyonluk bu memleket, zincirlerini koparmaya çalışan ama bir türlü beceremeyen bir Romalı gladyatöre benzemektedir. Bir serbest kalabilse, Coliseum’daki tüm öteki gladyatörleri teker teker halledebilecek bir güce ve yeteneğe sahip olan bu zincirlenmiş savaşçı, sadece kurtulma çabaları ile tüm enerjisini boşa harcamaktadır. Sözde sağın ve solun narsisizminin tek kurbanı da, bu büyük toplum olmaktadır bu anlamsız süreçte.

Bugünlerdeki son seçim hengamesi içinde şahit olduğumuz, kardeşi kardeşe, eşleri birbirlerine, komşuyu komşuya düşman eden politik sürtüşmelerin kaynağını iyi tespit edip, aynı gemide seyahat ederek “nurlu ufuklara” ya da “aydınlık geleceğe” hep birlikte gitmek zorunda olduğumuzu herkese hatırlatmak gerekmekte, belli ki. Yani, biraz mütevazilik ve çelebilik lazım hepimize. Bakın Teslim Abdal üstadımız ne demiş bu konuda, 400 sene önce:

“Teslim Abdal özüm haktır, Sözümün yalanı yoktur

Engin söyle büyüklüktür, Engin ol gönül engin ol”