‘Sol’un çöp tenekesi hali
“Çöp Tenekesi”nden bir yazı dizisi yapmak aklımızda hiç yoktu. Ama “Aşkın Çöp Tenekesi Hali” yazımız yayınlandığı günden bu yana, dünya ve memlekette olan bitene bakınca, “Çöp Tenekesi” durumlarının sadece aşk ile sınırlı olmadığının farkına vardık. Böylece memleketimizde ve de dünyada en fazla tecavüze uğramış olan bazı kavramlardan yola çıkarak, bir dizi “çöp tenekesi” tahlili yapmak gerektiğine karar verdik. Bu yazı da onun bir parçası oluyor böylece.
SOL’U TIRNAK İÇİNE ALMAK VEYA ALMAMAK
Gördüğünüz gibi başlıkta ve bu yazının içinde ne zaman sol’dan bahsetsek, tırnak işaretlerinin arasına koyuyoruz. Çünkü bir şeyin aslı ve çakması arasında bir fark olmalı değil mi? Eğer bu ayrımı yapmazsak, hayatını insanların mutluluğuna, ülkelerinin bağımsızlığına ve her şeyden önce de insan olmanın o yüce anlamına feda etmiş olan, isimli ve isimsiz kahramanlara büyük saygısızlık yapmış olurduk. Kişisel düzeyde de, kendimizi “solcu” olarak görmeye başladığımız 17 yaşımızdan beri yaptığımız her şeyi de inkara düşerdik. O nedenle de, çöp tenekesinden kötü kokuları gelen bizim anladığımız sol değil de zaman içinde kişiliğini yitirip, tam karşıtına dönüşmüş olan sahte “sol” olarak anlaşılmalı.
AĞRI’NIN TEPESİNDEN ÇÖP TENEKESİNE
Önce ülkemizdeki “sol”un nasıl olup da Ağrı Dağı gibi yükseklerdeyken, 30-40 sene gibi kısa bir sürede “çöp tenekesine” kadar düştüğünü düşünelim. O sol ki bizlere Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mustafa Suphi, Nazım Hikmet gibi, memleketimizin her açıdan yüz akı olan isimleri miras bırakmıştı. Onların mirası üzerinde, dünyadaki sol hareketin yükseldiği 1968 eylemlerinin ilhamı ile yeni bir nesil, yani Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve Doğu Perinçek gibi solun giderek parladığı bir dönem de yaşamıştık. Biz de kişisel olarak o günlerin heyecan, adrenalin ve umut dolu havası içinde, kendimizi solcu ilan edip yola öyle devam etme kararı almıştık.
Amerikan emperyalizminin, think-tankları tarafından üretilmiş bir senaryoyu Latin Amerika’dan Asya’ya, hazır gördüğü hemen her ülkeye ihraç etmesinin günleriydi 1970’ler. Şili’den, Guatemala’ya, El Salvador’dan Türkiye’ye, bir faşist baskı rejimi tüm dünyayı bir zalim battaniye gibi örtmekteydi. Buna karşı da kendine sol diyen herkes, doğrusuyla yanlışıyla mücadele etmekteydi. Çünkü hemen herkes bu işin çok acemisiydi. Ve ihtiras, mantıklı tahlilin önüne geçtiği için, mücadelenin nerelere gideceğini bile düşünmek zorlaşmıştı. O hengamede hiç kimse, 20-25 yaşındaki gençlerin devrim teorilerini nasıl üretebileceğini ve daha da zor olan pratiği nasıl yöneteceğini aklına bile getirmemekteydi. “Bindik bir alâmete, gitmekteyiz kıyamete” türünden bir süreç sonucunda, herkesin artık ezberlediği sonuçlar oldu ve bugüne geldik.
İKİ YANLIŞ BİR DOĞRU YAPTI MI?
O zaman, gençliklerinden ve tecrübesizliklerinden dolayı yanlış yapan “sol”cularımız, günümüze gelince de o yılgınlıktan ve çaresizlikten, yanlışlarına devam ettiler. Yani bir yanlışın, başka bir yanlışla düzeltilemeyeceğini ve sadece katmerlenmiş iki yanlış haline geleceğini, hem Türkiyemize hem de Dünya soluna ispat etmiş oldular.
Böylece de, sahte “sol”un çöp tenekesine doğru yolculuğu hızlanarak bugüne geldi. Dünya’ya bakarken gözünüzdeki gözlük yanlış numara olursa, elbette gerçek olan biteni görmeniz mümkün değildi. Ve onlar için de, bu yanlış gözlükler o yolculuğa giden talihsiz bir sürece sebep oldu.
Somutlaştıralım bu yolculuğun sonuçlarını: Ukrayna savaşında bile, NATO’yu değerlendiremeyen, Türkiye’nin 70 senelik NATO tecrübesinden hiç bir ders alamayan, Ukrayna’nın girdiği faşist ve Amerikancı yolculuğu tahlil edemeyen bu “sol” kesim, açıkça sınıfta kaldı. Hatta bu sınıfta kalışlarını, kendilerine bahşedilen milletvekilliği, mevkiler, ödüller ve STK paraları ile taçlandırıp, ortalıkta zafer kazanmış komutan edalarıyla dolaştılar. Elbette, bu çevrelerin PKK, FETÖ desteklerinin bir ücreti olacaktı ve bu ücret her türlü Batı devleti ve örgütü tarafından fazlasıyla ödenmiş oldu kendilerine.
UKRAYNA’YI ANLAMADINIZ, YA GAZZE’Yİ?
Soyut bir barış, demokrasi ve insan hakları hayali ile siyaset yapanların, zaten gidecek başka bir yolu da olamazdı. Onların bu kavramlara bakışı ile, Birleşmiş Milletler, ABD ve Avrupa Birliği’nin bakışının nasıl olup da çakıştığını bile sorgulamamaları ibret vericidir. Hatta, nasıl olup da sürekli kendilerine Avrupa’dan ve Soros’tan para aktığını, mevkiler sunulduğunu, aklınıza gelecek her türlü ödüllerin verildiğini bile hayretle karşılamamaları, çok hayret vericidir bizce. Ya tüm dünya “solcu” hale gelmişti ve bizim sahte “solcuların” kıymetini nihayet anladıkları için bu paralar ve mevkiler sunulmaktadır. Ya da tam tersine, kendilerinin “sol” boyalarının ne kadar kullanılabilir olduğunun açık bir ifadesidir.
TİTREYİP KENDİNE DÖNMENİN ZAMANI
Daha birkaç günlük olan Hamas-İsrail çatışmasındaki halleri de, Ukrayna konusunda aldıkları tutumun bir fotokopisidir. Yine “çocuklar ölüyor, siviller vuruluyor, ille de barış” türünden soyut ve İsrail tarafından bile alkışlarla karşılanan “solcu” tahliller havalarda uçuşmakta. Bu “solcu” örgütlerin kurucularının, örgütçülüğü ve silahlı mücadeleyi ilk elden öğrenmek için bir okul gibi tahsil ettikleri Filistin davasında, onların takipçileri yine sınıfta kalmışlardır. 70 yıldır işgal altında yaşayan bir halkın, ölümüne mücadelesine leke sürmek, aşağılamak ve karşı çıkmak, bu tür “sol”un gerçekten de “çöp tenekesinde” debelendiğinin yeni ve kesin bir kanıtıdır. Soros ve AB parası, gerçekten de görevini başarıyla yerine getirmiş ve Türk “solunu”, özellikle de “aydınlarını” pembe hayalleri ile efsunlamıştır. Sürekli alıntıladıkları ve kafe köşelerindeki entellektüel ziyafetlerine meze yaptıkları Nazım Hikmet, Fakir Baykurt, Can Yücel veya Sabahattin Ali’nin, yukarılardan bir yerlerden kendilerine bakıp, “titreyin çocuklar ve kendinize gelin lütfen” diye hayıflandıklarını duyar gibiyiz.