Solun yol ayrımı ya da bugün aslında dündü
İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü araştırma görevlisi Dr. Ali Şahin’in Solun Büyük Yol Ayrımı adlı kitabını yoğun işlerin arasında geçenlerde nihayet bitirebildim. Okurlar hatırlayacaktır, kitap geçtiğimiz haftalarda Aydınlık’ta üç gün süren bir yazı dizisi ile ele alınmıştı. Fakat Türkiye’de solun bir kesimi antiemperyalist geleneği sürdürebilirken diğer kesiminin ideolojik sığlık ve pejmürdeliğin pençesinde kıvranır hale gelmesinin tarihsel kaynakları üzerine bir tartışmayı birkaç günde tüketme şansı pek yok. Bu nedenle kitabın bende çağrıştırdıklarını yazmak istedim.
Çalışma, 1971-1980 arasında sosyalist örgütlerin Türk Devrimi ve Kemalizm karşısındaki konum alışlarını ilk kaynaklara giderek ve dönemin öne çıkan aktörlerinin canlı tanıklığına başvurarak inceliyor. Daha önce bu konuda yapılan çalışmalar sınırlı ve yüzeyseldi. Ali Şahin’in doktora tezine dayanan bu kitapta ise, hem bilimsel nesnellik ilkesinin gözetilmesi hem de yazarın ulaştığı kapsam ve derinlik büyük önem taşıyor.
Türkiye sosyalist hareketi, Atatürk’ün önderliğindeki Türk Devriminin tarihsel değerini ve önemini en başından beri anlamıştı. Bu durum 1960’larda devam etti. Türkiye İşçi Partisi (TİP) kadar, Mihri Belli gibi saflarında görmek istemediği eski tüfekler de Atatürk, Kemalizm ve Türk Devrimi konularında net tutum alıyorlardı. Sosyalist hareket içinde 70’lerde başlayacak olan Türk Devrimi ve Kemalizm’e “yamuk bakma” haline henüz rastlanmıyordu. Bu dönemde, sosyalist dünya görüşünü benimseyen yeni kuşaklar henüz tabiri caizse büyüklerin “denetimi” altındaydılar. Ama acısı sonradan çıkacak olan bir handikap eskiden beri sürüp geliyordu. Solcuların elinde Türk Devrimi ve Kemalizm’in bilimsel sosyalist teori içinden nasıl okunması gerektiğine ilişkin ciddi ve derinlikli hiçbir çalışma yoktu. İşin tuhafı Kemalistler de ciddi, bilimsel ve derinlikli bir Kemalizm teorisi inşa etmemişlerdi, hâlâ da etmemişlerdir. Kemalizm adı altında düpedüz liberal değer ve düşüncelerin savunulabilmesi, sosyal demokrasiyi Kemalizmin doğal sonucu sayma türünden sığlıklar, Türkiye solundaki genel teorik derinlik zaafının merkez soldaki yansımaları olmayı bu nedenle sürdürüyorlar.
60’lı yıllarda Türk toplumunun bağımsızlaşma ve aydınlanma atılımını bizzat tecrübe etmiş olan eski kuşak sosyalistler, gençlere Türk Devrimi’ni ele alma konusunda doğru yolu gösteriyorlardı ancak bu teorik bir bilince yol açmayan, kendiliğindencilik kapısını kapatamayan deneysel bir aktarımdan ibaretti. 1971 darbesi ve ardından gelen solu ezme harekâtı, devrimci teori olmadan devrimci pratiğin olmayacağını gösterdi. Çünkü 12 Mart’tan hemen önce TİP’in ve eski kuşak ağabeylerin denetiminden çıkan ve kendi örgütlerini kurmaya başlayan genç kuşaklar arasında 12 Mart’ın faşizan yüzünü “Kemalizm” olarak okuma tuzağına düşen bir savrulma başladı. Kemalizm’e saygı duyarken deneysel olan bazı sol gruplar, ondan nefret ederken de deneyselliğin kurbanı oldular.
Türkiye solu, 12 Mart sonrasında Türk Devrimi konusunda sosyalistinden sosyal demokratına kadar travmatik bir yol ayrımına girdi. Teorik sığlık ve tepkisellik temelinde oluştuğu için son derece sağlıksız olan bu ayrıma karşı görece en ciddi karşı koyuş Doğu Perinçek önderliğindeki Aydınlıkçılardan geldi. Perinçek, bir yandan sonraki yıllarda giderek derinleştireceği Kemalist Devrim incelemelerinin ilkini ve bilimsel sosyalist otoritelerin Türk Devrimi konusunda yazdıklarını yayınlarken diğer yandan Almanya’da Komünist Enternasyonal Belgeleri’ne yansıyan Türkiye tartışmalarını inceleyip beş cilt halinde bastırdı. Bütün bu çabalar solu 71 öncesi ana omurgasına oturtmakta belli bir etki yaratsa da, eylemlerini gerçeğe sadakat ve teorik derinleşme temelinde kurmak yerine, önyargı, popülizm, kitle kuyrukçuluğu, siyasi modalar ve cehalet temelinde oluşturanlara etki etmek mümkün olamadı. Bu kesimler, 12 Mart travmasının üzerine bir de 12 Eylül travması yaşayınca, Türk Devrimi ve Kemalizm’i yanlış ve eksik değerlendirmek bir tarafa, onu her türlü melanetin kaynağı olarak gören sivil toplumculara dönüştüler.
Solculuk-sosyalistlik adına emperyalist işbirlikçiliği, Atatürkçülük adına AB ve NATO savunuculuğu yapabilecek ideolojik savruluşlar, bugünün görüntüleri olmasına karşın, dünün konumlanmaları ile ilişkili. Bu açıdan 70’li yıllarda solda yaşanan kırılma aslında her siyasi akım için derslerle dolu. Çünkü ister sağda ister solda olsun, Türk Devrimi mirasını reddeden siyasi akımları bekleyen kader, vatansızlaşmadan başka bir şey olamadı.