Soran, sonduran bir bakışta: Emin Özdemir

Onunla, yalnızca sözcüklerin değil, duygu diliyle de konuştuğumuzu anlatmalıyım size.

Ne mutlu bana ki; önce okuru/öğrencisi, sonra dostu ve yayıncısı oldum Emin Özdemir’in.

Hep anarım, yazıda/yaşamda gönlümün iki yarısıdır Emin Özdemir ile Adnan Binyazar. Ben onları “Varlık Okulu”nda tanıdım Yaşar Nabi Nayır’ın. Nurullah Ataç’ı keşfettiğimde yanına yerleştirdiğim iki deneme ustasıydı onlar o genç yaşlarında. Sözcüklerle alışverişleri, düşünce dünyalarının aydınlık yüzü, edebiyatı kucaklayan bakışları yeniyetme edebiyat heveslisi bir öğrenci olarak beni etkilemişti.

Diyebilirim ki, zamanla, yayımladıkları yazılarının, okura ulaşan kitaplarının neredeyse ilk okurlarından oldum. Her bir yazdıklarını çize çize okudum, sözcükler devşirdim onlardan. Başka yazarlara, düşüncelere taşıdım kendimi. Başka başka yazı adaları kurdum onlardan öğrendiklerimle. Bambaşka kıyılara gittim, ama onların yazdıklarını/düşüncelerini/varlıklarını, dil içinden hayata bakmalarını, Türkçeyi söyleyiş biçimlerini hep belleğimde tuttum. İyi yazarların iyi okur yetiştirmesi biraz da böyledir.

İçimdeki sızı bundandır. Emin Özdemir’i fiziksel olarak yitirdik belki. O sevecen tınılı sesi kulağımda, içli içten bakışı... Kendi içdenizindeki bilgece duruşu... Kitaplarına, sözlerine dönünce onun nasıl yaşadığını derin biçimde hissediyorum. Karşılıklı söz söze duruyoruz adeta her bir yazısıyla baş başa kalınca.

Emin Özdemir’in edebiyatımızdaki parıltısı yalnızca yazdığı denemelerinden gelmez, o bir dil/düşünce/bilinç ve duygu eğitimcisidir. Yitim haberini ilk aldığım Binyazar’ın ağlayışlı sesinde: “Öteki yarımı yitirdim,” demesi, burukluk ötesiydi. Masamdaki “Göğüne Sığmayan Bulut” nehir söyleşi kitabının satır aralarında günlerdir gezinip durmam, bir önceki gün onu konuşup anmamız burukluğumuzu çoğaltmıştı.

İnsan önce sesi hatırlar, sesle yaşar, yaşatır demiştim Binyazar’a. Emin Özdemir’in içten gelen bilgece edasında sözcüklerinin tınısını derinden hissetmiştim o an. Birkaç ay önce “Dil ve Yazar” kitabını gözden geçirirken kendisini aramış, buradaki denemelerinin güncelliğinden söz ederek bunu yayımlamak istediğimi söylemiştim.

“Kardeşim, kitap senindir, sana hayır demem mümkün değil; şunu dikkate al, göz at diğer kitaplarıma, buradan bazı yazıları bunlara taşımış olmalıyım.”

Sonra, yurtdışında Türkçe eğitim görenler için hazırladığı “Türkçemi İlerletiyorum” kitaplarını konuşmuştuk. Türkçe öğretimi üzerine düşüncelerinden söz ederken, öğrencilerime şunları söylerdim: Eğer Türkçe düşünmek, doğru Türkçe yazmak istiyorsanız okuyacağınız ilk on yazardan biri, hatta ilki Emin Özdemir’dir. Onu okurken ne söylediği kadar, bunu nasıl söylediği, cümle kuruluşları, sözcük dağarcığına dikkat ederek okumalısınız.

Sanırım onun bu özellikleri bir düzyazı ustasının bilincini/birikimini de gösterir bize. Özdemir’in bu alandaki kitapları ortadadır.

Şimdi, başımı kaldırmak istemiyorum “O İyi Kitaplar Olmasaydı” denemeleriyle söyleşi kitabı “Göğüne Sığmayan Bulut”tan. Çünkü ben de, birçok okuru/öğrencisi gibi sözcüklerin tınısını ondan öğrendim.

Güzel konuşmanın, doğru ve güzel yazmanın sırlarını taşırdı bize her bir söylediği ve yazdığıyla. Dilde ve düşüncede var olma bilincinin kapılarını bize aralayanların en başında gelir Emin Özdemir. Dili de bir yurt gibi, bir coğrafya gibi görür. Öyle ki, “Dil İşçiliğidir Yazarlık” denemesinde şunun altını çizecektir: “Gerçek yazar, gerçek ozan anadili sevgisini içinde çiçeklendirip büyüten, anadilinin yürük vuruşunu kaleminin ucunda duyan kişidir...”

Emin Özdemir, o bilinç/bakışla yazdı gösterdi, öğretti eğitti bizleri. Anadilin ve sözcüklerin çağrısına tutunma yolunu yordamını aydınlanmacı, taşıyıcı bir bakışla durmadan dinlenmeden yazdı ve anlattı. Ve onun dil yurduna dönüşte bunu her dem daha iyi anlayacağız, anacağız, aramızda yaşadığını hissedeceğiz.