Sorunlarının çözümü geçmişinde olan ülke: Türkiye

Yaşanan sorunların çözümlerini tartışırken sıkça dile getirdiğimiz bir saptamayı başlığa alarak, bu ifadenin ne anlama geldiği üzerine yazmak istedim. Bu yaklaşımı geçmişe özlem olarak değerlendiren okurlar olabilir. Ancak eğitimden ekonomiye birçok alanda tartışmalar yapılırken bu durumun neredeyse her sektörde gerçek olduğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye mevcut kurum ve sistemleri koruyup, yaşanan sorunlarını çözerek ortaya çıkan yeniliklere göre ileriye götürecek uygulamalar yapmak yerine, mevcudun ortadan kaldırılması yolunu seçmiştir. Bu hareketlerinin başlangıcını II. Dünya Savaşı sonrası olarak ele alsak da bu uygulamalar 1980’den sonra hız kazanmıştır. Son günlerde basında yer alan, 1980’den sonra tamamıyla dışa bağımlı hale geldiğimiz sağlık aşılarında, 1950’lerde 22 tür aşı üreterek dünyada 3. ülke olduğumuz bilgisi çarpıcı örneklerden sadece birisidir. Diğer alanları uzmanlarına bırakıp tohumdan tüketici masasına kadar uzanan tarımsal üretim ve buna dayalı gıda sanayisini dikkate aldığımızda bu saptamanın acı gerçekliğinin üzüntüsünü yaşıyoruz. Tüm tarımı tek makalede tartışma olanağı olmadığına göre son yıllarda sıkça gündeme gelen kırmızı et piyasası ve üreticilerin örgütlenmesiyle ilgili örnekleri bilgi ve görüşlere sunalım.
KIRMIZI ET PİYASASI
1980’lere kadar kendine yeterli bir ülke olan Türkiye, bilerek veya bilmeyerek uygulanan yanlış politikalarla neredeyse tüm tarım ürünlerinin ithalatçısı durumuna gelmiştir. Bu döneme kadar Türkiye tarım ürünleri piyasalarında üçlü bir yapı söz konusuydu. Bir tarafta özellikle tarım satış kooperatifleri başta olmak üzere üretici örgütleri vardı. İkinci ve önemli bir grubu Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) oluşturmaktaydı. Kuşkusuz bunun yanında da gelişme sürecinde olan özel sektör gelmekteydi. Bilindiği gibi, yapılan özelleştirmeler ve yeniden yapılandırmalar sonucu günümüzde özel sektörün hakim olduğu bir düzen işlemektedir. Faaliyetlerini sürdüren üretici örgütleri ve mevcut KİT’lerin ise eski etkinliklerinin olduğu belirtilemez. Burada kamu oyunun yakından gözlediği kırmızı et piyasası örneğini ele alabiliriz. Et söz konusu olunca 1952 yılında bir kamu kurumu olarak kurulan Et-Balık Kurumu’ndan söz etmek gerekir. 1992 yılına kadar Türkiye’de et piyasasının altyapısını oluşturan ve düzenleyicisi olan bu kurum, 1992 yılında anonim şirkete dönüştürülerek özelleştirme kapsamına alınmıştır. 1990’lı yıllara kadar 35 işyeri ile faaliyetini sürdüren kurumun bugüne kadar toplam 18 işletmesinin satışı yapılmış, 5 adedi de bedelsiz olarak resmi kurumlara devredilmiş, 3 adedi ise kapatılmıştır. İşin en olumsuz tarafı özelleştirilen kurumların bazılarının faaliyetlerini durdurmalarıdır. Ankara’da olanlar bilirler EBK’nın bulunduğu yerde şimdi büyük bir AVM vardır. 2005 yılına gelindiğinde kurumun önemi hatırlanarak, genel müdürlük haline getirilerek yeniden etkin hale getirme çalışmaları başlamıştır. 2013 yılında kurumun adı Et ve Süt Kurumu olarak değiştirilse de mevcut 10 tesisi ile kurumun et piyasasını düzenlemede rol almaya çalışması, çözümün geçmişte olduğunun en açık göstergesi değil midir?
Konuyla ilgili önemli sorunlardan birisi de hayvan hastalıkları ve veterinerlik hizmetleridir. Günümüz bakanlık teşkilat şemasına bakıldığında, şekerle ilgili bir başkanlık söz konusu iken, bu kadar yaşamsal bir konunun Hayvancılık Genel Müdürlüğü yapısı içinde olduğu anlaşılmaktadır. Geçmişe baktığımızda bu hizmetlerin merkezde genel müdürlük düzeyinde, il ve ilçelerde bağımsız teşkilatlarıyla daha etkin olduğunu belirtmek geçmişe ait başka bir doğru uygulama olsa gerekir.
ÜRETİCİ ÖRGÜTLERİ
Bu alanda Köy-Kalkınma Kooperatifleri en çarpıcı örneklerden biridir. Bu kooperatifler 1965’te kurulmaya başlamıştır. 1969 yılında 1163 sayılı yasa ile üst örgütlenme olanağı da ortaya çıkınca hızlı bir gelişme gösteren kooperatifler milyonu aşan ortağı ile, 1974 yılında kısa adı Köy-Koop olan merkez birliği altında örgütlenmiştir. Birlik kendi binasının sahibi olmuş, finansman sorununun çözümü için özel bir bankanın yüzde 98 hissesini de satın alabilmiştir. Kırsal kalkınmada önemli katkısı olan bu kooperatiflerin köylüye düşük fiyatla traktör sağlaması önemli bir etkinlik olarak tarihe geçmiştir. 1975 yılında fiyatı 130 bin, karaborsa fiyatı 160 bin liraya kadar yükselen traktörler, Romanya’dan doğrudan ithal edilerek çiftçilere 5 bin lira komisyon dahil 91 bin liraya satılabilmiştir. Maalesef 1980 askeri müdahalesi ile Köy-Koop kapatılmıştır. En ilginç noktalardan birisi de Köy-Kalkınma isminin Tarımsal-Kalkınma (TK) olmasıdır. 1980’lerde tekrar toparlanmaya çalışan yeni ismiyle TK kooperatifleri, ancak 1989 yılından sonra üst birlik olarak örgütlenebilmişlerdir. Halen merkez birliği, Köy-Koop ismini kullanmakta olup birliğe 2 bin 700 birim, 28 il ve 21 bölge birliği üye bulunmaktadır. Örgütün sahip olduğu mevcut yapı ve ekonomik olanaklarıyla 1980 öncesi etkinliğine sahip olduğunu belirtme olanağı yoktur.
Tartışmanın ortaya çıkardığı sonuç tarımın mevcut duruma gelmesinde izlenen yanlış politikaların yarattığı önemli sorunların çözüm anahtarının geçmişimizde olduğudur. Karma ekonomi anlayışı ile kamunun doğrudan aktif olması önemli gözükmektedir. Türkiye için gerçek beka sorunlarından birinin de tarımı tümüyle özel sektöre, özellikle de çok uluslu şirketlere terk etmek olduğunun altını çizelim. Özel logo çıkararak yerel ve milli tarım yaratma olanağı yoktur. Öncelikle yerli ve milli üretimi gerçekleştirmeliyiz.