Sosyal bilimlerde ulusal gündem ihtiyacı

Geçen hafta rektör atanmasına verilen tepkilerle gündeme gelen Boğaziçi Üniversitesi’ni siyasal açıdan önemli kılan nedenlerden biri, özellikle sosyal bilimler alanında Avrupamerkezciliğin ideolojik karargâhı olmasıdır. Küreselleşmeci ideoloji yıllardır merkez-çevre teorisinden kimlik siyasetine, liberal solun ve postmodernizmin temellendirilmesinden ulus-devletin lanetlenmesine kadar bilimsellik iddiası üzerinden meşruiyet aradı. Boğaziçi Üniversitesi’nde yoğunlaşan bir kısım sosyal bilimci 90’lı yıllardan bu yana küresel ideolojinin sosyal bilimler üzerinden meşrulaşmasına hizmet etme görevini üstlendi.

Bugün Türkiye’nin her konuda olduğu gibi sosyal bilimler alanında da planlı hareket etmesi ve ulusal gündemini saptaması gerekiyor. Aksi halde meydan neoliberal, kimlikçi, postmodern ve toplamda Avrupamerkezci sosyal bilim kuramlarına bırakılıyor. Bilim bir problem çözme faaliyetidir. Ülkemizin bilimsel çözüm bekleyen problemlerinin ne olduğu sorusu bütün bilim kurumlarının ve bilim insanlarının bilincine çıkartılmayı bekliyor. Aksi halde, bugün sosyal bilimler alanında gözlendiği üzere, büyük bir emek kaybı yaşanıyor. Gerçekten de ülkemizde sosyal bilimler alanında üretilen doktora tezlerinin ciddi bir kısmı –tümüyle faydasız değilse bile- somut ve öncelikli bir problemimizin çözümüne katkı yapmaktan uzak durumda. Ulusal bilim gündemini ve ihtiyaçlarımızı saptama konusundaki zafiyet, yurt dışında çalışılan tezlere de yansıyor. Çok sayıda doktora öğrencimiz yurtdışında yıllar geçirip, Türkiye’yi inceleyen ve Türkiye’de kolaylıkla ulaşabilecekleri kaynaklara dayalı tezler yazıyorlar. Oysa bunu yapmak için yurtdışına gitmeye gerek yok. Bu plansızlığın yarattığı nitelikli emek kaybı, hiç şüphesiz bir ülkenin kendisine yapabileceği en büyük kötülüklerden biridir.

Aslında bu konuda hepten plansız olmadığımız gibi, son derece iyi örnekler de yaratmış durumdayız. 27 Mayıs müdahalesi sonrasında 1963’te TÜBİTAK’ın kurulması doğa bilimlerinin gelişmesine büyük fayda sağlamıştı. Son dört yıldır YÖK tarafından hayata geçirilen “YÖK 100/2000 Doktora Projesi” ülkemizin ihtiyaç duyduğu alanlarda doktoralı insan kaynağını yetiştirmek amacıyla ulusal bilim gündemini saptama ve nitelikli emeği bir plan dâhilinde ortak hedeflere kanalize etmeyi hedefliyor. Proje büyük başarı kazanmış durumda. YÖK tarafından şu ana kadar desteklenen doktora öğrenci sayısı 5 bini geçti bile.

YÖK, bu projenin gerekçesini, küresel alandaki rekabet gücünü artırmak ve önümüzdeki 10 yılda ihtiyaç duyulacak alanlarda nitelikli insan kaynağı yetiştirmek olarak açıklamış. Bu amaçla yerli otomobil üretme projesinde, savunma sanayimizin millileşmesinde, küresel salgınla mücadele için aşı geliştirmede vb. uzmanlar yetiştirmek için burslar veriyor. Böylece bilim insanı kaynağımız, öncelikli olarak kendi ulusal bilim gündemimize uygun olarak yönlendiriliyor. YÖK, 2020-2021 dönemi için çalışma gündemlerinin arasına depremle mücadeleyi, yeraltı enerji kaynakları tespit, depolama vb. çalışmalarını, yapay zekâ, su kaynaklarını sürdürülebilir kılma vb. gibi konuları da eklemiş durumda. Bütün bunlar hiç şüphesiz kendi omuzlarının üzerinde kendi kafasını taşıyan, milli bilince sahip bir bilim camiasının yapması gereken işlerdir ve tek kelimeyle alkışı hak etmektedir.

Ancak maalesef, sosyal bilimler alanında aynı şeyleri söyleme şansımız yok. 1963’te TÜBİTAK’ın kuruluşu sırasında onun sosyal bilimler alanındaki kardeşi olması düşünülen kurum siyasal mülahazalar nedeniyle kurulamamıştı. DYP-SHP hükümeti döneminde Emre Kongar’ın Kültür Bakanlığı müsteşarlığı sırasındaki bireysel girişiminin de nasıl akamete uğradığını, “Ben Müsteşarken” adıyla yazdığı anılarında okuduk. Çok sonraları kurulan Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) ödüller vermek suretiyle ya da sosyal bilimler alanındaki dernekler ve ulusal kongrelerin bazı çabalarından bahsedebilirsek de, bunlar yukarıda saydığımız ulusal gündem yaratma ve bilim emeğini ortak hedeflere yönlendirme açısından aynı etkiyi yaratmaktan çok uzak.

Bugün sosyal bilimler alanında Avrupamerkezciliğe karşı mücadele ve ulusal bilim gündemi oluşturma kaygısının devlet katında sahibi yok. Üniversitelerde sosyal bilimcilerin kişisel duyarlılıkları ya da akademi dışında Bilim ve Ütopya Kooperatifi’nin yıllardır sürdürdüğü mücadele, yukarıda örneklediğimiz türden bir kurumsal karşılığı devlet politikası düzeyinde bulamadığımız gerçeğini değiştirmiyor.

Sosyal bilimciler alanında öncelikli sorun alanlarının saptandığı, insan kaynağımızın çözüm bekleyen toplumsal sorunlarla ilgilenmeye teşvik edildiği bir ulusal gündemimiz olmalıdır. Asya çağının yükselişi, bölgesel ittifaklar ve Asya’nın ticaret potansiyeli; kimlik siyasetine karşı yurttaşlık alternatifleri; üretim ekonomisinin inşa edilmesinin önündeki sorunlar ve çözümler gibi çok sayıda toplumsal, ekonomik, siyasal konu/sorun Avrupamerkezciliğin kuramsal etkilerinin dışında üretilecek özgün çalışmaları bekliyor.