Soykırım mefhumunu Afrika’dan okumak
Geçtiğimiz yıl, Cape Town Üniversitesi’nden soykırım uzmanı Mohamed Adhikari'nin yazdığı Güney Afrika Soykırımının Anatomisi adlı bir kitabı İngilizce'den Türkçe'ye tercüme etmiştim. Profesör Adhikari soykırımın ne olduğunu ve Güney Afrika'nın yerli halkının yok edilmesinin nasıl gerçekleştiğini bu değerli eserinde anlatıyor.
Birleşmiş Milletler tarafından 1948 Soykırım Sözleşmesi'nde tanımlanan bu insanlık suçu, ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu kısmen veya tamamen yok etme niyetiyle işlenen eylemleri içermektedir. Bunlar arasında grup üyelerinin öldürülmesi, ciddi bedensel veya zihinsel zarara neden olunması, grubun fiziksel olarak yok olmasına yol açacak koşulların dayatılması veya grup içinde doğumların engellenmesi yer almaktadır.
Bu konunun zaman zaman siyasallaşarak politikanın bir parçası haline geldiği de görülmektedir. Mesela Fransa, Afrika’daki karanlık geçmişini bir yana bırakarak geçen ay Marsilya'da Ermeni terörist Soghomon Tehlirian'ın heykelini dikti. Tehlirian, 1921'de Osmanlı Devleti'nin eski başbakanı Talat Paşa'yı, 1915'te Ermenilerin Anadolu'dan sürgün edilmesinden kendisini sorumlu tuttuğu için Berlin'de şehit etmişti. I. Dünya Savaşı sırasında bazı Ermeniler, bağımsızlık adına Osmanlı Hükümeti'ne isyan ettiklerinde dönemin hükümeti onları isyan ettikleri bölgelerden güneye doğru sürmeye karar vermişti. İstanbul ve İzmir'deki Osmanlı Ermenileri isyana katılmadıkları için sürgüne dahil edilmediler. Ne yazık ki Batı dünyası Ermeni isyanını destekledi ve Osmanlı'ya karşı siyasi mücadele vermek amacıyla bu hadiseyi Ermeni katliamı olarak kayıtlara geçirdi, ancak tüm ısrarlara rağmen Ermeni hükümeti tarihçilerden oluşan ortak bir araştırma grubuyla çalışmayı kabul etmedi. Ayrıca Bernard Levis gibi uluslararası akademisyenlerin yanı sıra Ermeni tarihçi Levon P. Dabağyan da Ermeni tehcirinin teknik olarak soykırım olarak adlandırılamayacağını belirtmişlerdi. Bunlarla birlikte Fransız hükümetinin 1940’larda Madagaskar’da ya da 1960'larda Cezayir'de yaptığı soykırımı görmezden gelip, 1920'lerde sözde "Ermeni Kahramanı"nın anısına bir heykel dikmesi oldukça ironiktir.
1894’te bir Güney Afrikalı, Ermeni meselesiyle ilgili şöyle yazıyordu: “Cape Town'da inşasına yardım ettiğim caminin benzerini yaptırmak için bir süredir Londra'dayım. İngilizler, Hristiyan aleminin İslamiyet aleyhine bağlamış oldukları kin ve garezi Osmanlı kavmine yüklemişlerdir. İngiliz matbuatında Ermeni işleri cenab-ı hilafetpenahi ile Devlet’ul Osmaniye aleyhinde sütunlar doludur"
Cape Townlı Muhammed Dollie’nin ifade ettiği gibi, ne yazık ki Ermeni tehciri siyasallaştırılıp “soykırım” olarak adlandırılırken, Madagaskar'daki Malagasy katliamı ya da Kenya’daki Mau Mau soykırımı ayaklanma olarak kaydedildi ve neredeyse unutturuldu. Emperyalist bir yalana dönüşen tehcir ise her yıl Türk milletinin karşısına soykırım olarak getirilirken Batı dünyası Afrika’da işlediği gerçek katliamları gözmezden gelmeye devam ediyor.
Osmanlı belgelerinde açıkça görülen Anadolu'daki Ermeni isyanlarına karşı tehcir emrinin, radikal Ermenilerin dillendirdiği gibi bir katliam olmadığı aşikardır. Öte yandan radikal Ermenilerin soykırım iddia ettikleri yıl 1915 ve sonrasında Osmanlı sarayında çalışan Ermeni diplomatlar vardı. Mesela Diran Lusarar Bey, 1917’de Nişan-ı Ali Osmani almıştır. Başka bir Osmanlı Ermenisi Garabed Avyan 1916'da Romanya'da Osmanlı diplomatı olarak 1922’de İsviçre'de görev yaparken Lozan’da bir diplomat sıfatıyla İsmet Paşa'yı karşılamıştı. Daha birçok Ermeni diplomatı ve hatta sanat erbabı 1915 yılı sonrası İstanbul ve İzmir'de yaşamıştır. Mesela “Gamzedeyim Deva Bulmam” şarkısının bestekarı Tatyos Efendi gibi Bimen Şen, 1910’larda İstanbul’da yaşıyordu. Hatta Şen soyadını 1934’te Atatürk’ün kendisine verdiğini biliyoruz. Bu durumda ortada olan çatışmaların bir etnik gruba karşı saldırı olmadığı açıkça görülmektedir.
Esas mesele bugün soykırımın karşısında durabilmek için Sunak, Macron veya Biden gibi üç maymunu oynayan politikacılara değil, İsrail’e karşı başka bir yarımküreden bile adaleti savunabilen Naledi Pandor gibi dürüst politikacılara ihtiyaç vardır. Fransa, başkalarını siyasi arenada yargılarken kendi barbar tarihini hızla unutturuyor fakat 1946’da uçaktan atılan Malagasy halkını Madagaskarlılar şimdi derslerde okutuyor. Güney Afrikalılar ise, Mandela’nın gayretleriyle Paris insan müzesinden 2008’de anavatanı Cape Town’a yollanan Sara Baartman'ın kemiklerinin ancak 200 sene sonra teslim edilmesini halen unutamadılar.