Sözümüz söz Atatürk’ü aşacağız Bu 10 Kasım’ın rüzgârı ve enerjisiyle yeni ufuklara yelken açacağız

1938’İn ocak ayında Atatürk’ün hastalığı başlamıştı. Ama bir yandan yeri geldiğinde Afet Hanım’a spor ve gençlikle ilgili ayrıntılı görüşlerini yazdırmış, yeri geldiğinde toplum ve birey arasındaki ilişki, bilim insanı nasıl olmalı, Kemal Ünal’a müzikle ilgili beklentilerimiz nedir… yeni alınan dört denizaltımızın adlarıyla da elbette ilgilidir, bizzat yazar, Başbakan Celal Bayar’a gönderir: Saldıray, Batıray, Atılay, Yıldıray…

Cumhuriyet yalnızca bir siyasi iktidar değil, bir bütün, her alanda Cumhuriyet kültürü egemen olmalı. Yaşam koşulu.

20 Ocak 1938’de trenle İstanbul’a giderken Eskişehir istasyonunda kentin yöneticileri ve askerlerle, havacılarla, halktan ve çeşitli meslekten heyetlerle görüşür… Bir ara dışarıdan bir ses duyulur. Eskişehir’e getirilen suya Atatürk adını vermek isterler.

Atatürk, Belediye Reisi aracılığıyla yanıtını iletir. Su tabiatın verdiği bir nimettir. Kendi hakkı olmayan bir nimetin kendisine verilmesinin yerinde olmadığı düşüncesindedir. Eskişehir, kendi suyunu, kendi muhitinden almıştır. Tıpkı en karanlık ve en çetin günlerde düşmanlarla mücadele ederken hiçbir yerden ümit ve imdat beklemeksizin kendi kuvvetini yine kendinden aldığı gibi.

Dolayısıyla başlı başına bir kuvvet olan hu memleketin insanlarının kendi sularına herhangi bir mana ile ad vermek manasız olur. Su da kendilerinindir, kuvvet ve kudret de kendilerinin . . . Şimdi Atatürk'ün kendilerinden istediği şey, sularını, kudretlerini, hatta hayatlarını yalnız kendi şehirleri için değil, icabında bütün Türkiye için sarf edebilecek bir azim ve kabiliyetle geliştirmektir. Eskişehirliler, Atatürk'ten su adı istemişlerdi, Atatürk de onlardan bunu istemektedir.”

Şimdilerde siyasette herkes adını bir yerlere vermeye pek meraklı. Atatürk ise bu konuda bir o kadar titiz. Ziyarete gittiği yerlerde adını caddelere, alanlara vermek isteyen çok kent oluyor. Hepsine İstiklal vb. gibi başka bir ad öneriyor. Bu da bir eğitim.

ÇOK KÜÇÜK KUVVETE KARŞI BİR AVUÇ TÜRKÜN KUDRETİ

Hemen ertesi gün İzmit’te kâğıt fabrikasını ziyaret ettiği sırada bir öğreti daha gelir. Söz, bir ara Millî Mücadele günlerine geldiğinde bir anısını aktarır. Halide Edip, İzmit Cephesi Kumandanı General Fuat’a şöyle bir soru sorar:

-Çok küçük bir kuvvetle büyük hasımlarınıza karşı nasıl galebe edeceksiniz?

O zaman kendisine şu yanıt verilmiştir:

“Bir avuç Türk’le bütün dünyaya karşı bağımsızlığımızı muhafaza etmek her zaman elimizde ve kudretimizdedir. Biz bunu yapacağız ve siz de göreceksiniz.”

Belediye Reisi Atatürk’ün bu anılarını trenin penceresinden halka aktarınca halkın heyecanı iyice artmıştır.

Atatürk, portakalı kontrol ederken
Atatürk, soyduğu portakalı yerken

SON TEMBİHLER

Sanki biraz vedalaşır, son tembihleri yapar gibidir… Bursa, Çelikpalas’taki hisselerini, tesislerini, 1923’te kendisine hediye edilen bahçeye bitişik köşkü, bütün eklentileriyle otelin daha gelişmesine destek için Bursa Belediye’sine bağışlar. Bursa’da çok büyük ve sıcak gösterilerle karşılanır. İlk gelişinde yapılan gösteriler, yabancı istilasından kurtuldukları içindi, diye yorumlar, oysa şimdiki onların ekonomik hayatta yükselişine ve refahına yarayan endüstri fabrikalarımızın kurulmuş olmasından dolayı, der. Sümerbank Sunipek ve Merinos Fabrikalarını ve sergiyi ziyaret, merinos yetiştiricileriyle sohbet, yolda Güllüce Köyü… Muhtar Bigalı Ali. Millî Mücadele sırasında beş yıl Atatürk’ün emirberliğini yapmış… Duygulu anlar yaşanır.

BİR YABANCININ ANLAYAMAYACAĞI MİLLÎ İRADE

Mudanya üzerinden İstanbul’a geldiğinde göğüs ağrıları ve öksürük nedeniyle doktora muayene olur.

Ama görevler devam eder. Çok önem verdiği Balkan Antantı toplantısı vardır. Türkiye’nin dış politikası açısından tayin edicidir. Balkan devlet adamlarıyla ve gazetecilerle uzun sohbetler yapar. Tarih üzerine, dil üzerine… Bu arada serbest güreşin yaygınlaşması için spor kulüplerine, Türkkuşu gençlerine yönlendirmeleri de devam eder elbette… Hani vaktiyle der ya tek başıma da kalsam, etrafım ateşle de çevrilse mücadeleye devam ederim… Kendisi ateşli de olsa “kuruluşa” devam! Yurtdışından getirilen Dr. Fiessinger’i de şaşırtan “dinamizm, zeka ve canlılık”… Oysa o bir yabancının çok kolay anlayamayacağı millî bir iradedir. Türk milletinin kültürel genlerinde hâlâ yaşamaktadır.

CUMHURİYETİN IŞIĞI VE TUNCELİ

30 Mart 1938’de hastalığı resmi bir açıklamayla kamuoyuna bildirilmişti.

Sırada Hatay sorunu vardır, Tunceli’de vatandaşlarımızı “Cumhuriyet’in feyzinden yurdun diğer evlatları gibi tamamıyla istifade edebilecekleri” bir yolun önünü açmak vardır… Hasta olmasına karşın Mersin, Adana, Tarsus gezisine çıkar. Hatay konusunda bir mesajdır.

Ama ille de ekonomi elbette. Köylünün efendi, Türkiye’nin efendi olabilmesi sorunu, ondan bağımsız olmayan “Şark raporları”… Ankara-Erzurum demiryolunun Erzincan’a ulaşması, hasta yatağında bile en müjdeli haberdir. Sabiha Gökçen’in ve Afet İnan’ın Türk kadınları olarak her alanda “biz yaparız” başarıları zaten hep gündemindeydi...

Art arda Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Celal Bayar, İsmet İnönü, Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Maliye Bakanı Fuat Ağralı’yla görüşür… İstanbul’un imar projesi de hâlâ son günlerine kadar gündemindedir. Vali Muhittin Üstündağ’a, olmazsa olmazları Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu Başkanları’na son direktifleri…

ATATÜRK’ÜN MİRASI

Kalan bütün malvarlığının hazineye, bir bölümünü koşullarla CHP’ye, Ankara Belediyesi’ne bağışlar. Hafifler. Artık üryan gelmiş, üryan gidebilir.

Özel vasiyetinde de kardeşine ve kızlarına başkasına muhtaç olmayacakları kadar, o da yaşadıkları sürece bağlanacak maaşlar. İnönü’nün çocuklarının okul giderleri.

Atatürk de bu gerçeği birçok konuşmasında vurgular. O’nun esas vasiyeti üç-beş tane tuğla parçası, üç-beş kâğıt değildir.

Koca bir vatandır.

Şan ve şerefimizdir.

Fabrikamız, tarlamız, bankamız, demiryolumuz, denizyolumuz…

Ekmeğimiz, katığımızdır…

Atatürk, Ordu’ya 29 Ekim’deki son mesajında şöyle demektedir:

“(…) Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini dahili ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an yapmaya hazır ve amade olduğuna, benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır. Büyük ulusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silahlarla bir kat daha kuvvetlenerek büyük bir nefs feragatiyle ve hayatı küçümseyerek her türlü vazifeyi yapmaya hazır olduğunuza eminim. (…)”

Bu bütün Türk milletine bir mesajdır.

Her zaman geçerlidir.

10 Kasımlar Türk milleti için ve hepimiz için, tek tek kadınlı erkekli bütün vatandaşlar için bir muhasebe ve yeni kararlar alma günüdür. 10 Kasımlarda yarım kalan işleri nasıl bir an önce tamamlayabileceğimiz konusunda plan ve programları yapma, yenileme ve örgütlenme günüdür.

HAZIR MISINIZ

Atatürk’ün, 1920 ve 1908 devrim liderlerinin bize bıraktığı miras budur.

Türkiye’yi geleceğe taşıyacağız.

Atatürk’ün gözü arkada kaldı. Toprak devrimini yapamadı. Millî Demokratik Devrimi tamamlayamadı.

Sözümüz söz.

Büyük bir nefs feragatiyle ve hayatı küçümseyerek her türlü vazifeyi yapmaya hazır mısınız!

Atatürk’ü aşacağız. Bu 10 Kasım’ın rüzgârı çok şiddetli.

Enerjisi çok güçlü.

Yeni ufuklara yelken açacağız.

Bugün 12 Kasım. 2 günümüz gitti.

1 Kasım 1938 Türkiye Büyük Millet Meclisi 5. Devre, 4. Toplanma yılının açış konuşması, Atatürk’ün adına Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 36. Maddesi hükmüne göre Cumhurbaşkanı Atatürk’ten aldığı emir üzerine Başbakan Celal Bayar tarafından okundu.
Son 10 yılın kamucu planlı ekonomisinin sonuçları görülmekteydi. “Maliyemiz denk bütçe, sağlam ödeme, vergi sistemlerini mükellef lehine ıslah ve hafifletme millî paranın istikrarını muhafaza prensiplerini tam bir sadakat ve muvaffakiyetle takip ve tatbik etmektedir.”
Bütçe tahminlerini aşan devlet gelirlerimiz devamlı artmaktadır. Hem vergi indirimleri yapılmakta ama aynı zamanda tasarruflar daha verimli alanlara yatırıma ve millî savunmaya ayrılmaktadır. Teşviki Sanayi Kanunu uygulanmaktadır. Denizbank açılmıştır. Esnaf için Halk Bankası ve halk sandıkları, üretici için kredi ve satış kooperatifleri kurulmakta, faizler indirilmekte, her ilçede Ziraat Bankası hatta köylerde temsilciler vasıtasıyla kolay ulaşılabilir hale getirilmiştir, demiryolları, köprüler, limanlar inşa edilmekte, nakliye vasıtaları artırılmaktadır.
Millî ekonomimizin temeli ziraattır.
Cumhuriyet’in on beşinci yılı planlı, sistemli ziraat ve köy kalkınmasının başlangıcı olmalıdır.