Spor ahlakı genel ahlakla doğru orantılıdır

Herkesin bildiği gibi futbol dünyamızda enteresan değerlendirmeler yapılır. Bunlardan biri de yenilgiye uğrayan taraf için ilk ipi çekilecek adam maçın hakemleridir. Maç süresi boyunca anneleri de aileleri de yakası açılmadık küfürlerden nasiplerini alırlar. Bırakın yenilmeyi galip geldiği zaman bile yaptıkları bir ya da birkaç hata yüzünden kötü tezahürata maruz kalabilirler. Tepki aynıdır, değişmez. Büyük haksızlık ve terbiyesizlik. Dünyada böyle örnekleri var mı bilmiyorum. Ama pek sanmıyorum. Tamamen spor ahlakı ile ilgili bir durum bu... Bizde spor ahlakının bozulması, genel ahlakın yozlaşmasından kaynaklandığı aşikardır. Aslında hakemlerin görevleri son derece zor bir görevdir. Neden zordur? Bir düşünelim. Saha içinde bir pozisyonu görecek, gördüğü olay beynine gidecek, orada analiz sentez yapacak, karar verecek ve uygulamaya sokacak. Sanırım bu süre yarım saniye. Bu kadar kısa sürede kesin doğru nasıl bulunabilir? Onlardan sıfır hata beklemek abes olur. Vereceği karar doğru da olabilir. Yanlış da olabilir. Saygı göstermek gerekir.Bir de hakimlerimize bakalım... Önlerinde tınaz tınaz dava dosyaları. Yıllardan beri birikmiş, verilemeyen kararlar var. Üst mahkemeye gidenler cabası. İade-i mahkeme de var . Onlar da tam doğruyu bulamıyorlar. Artık Türkiye’de hukukun üstünlüğü, tarafsızsızlığı hukukun mantıktan doğması, bütün bunlar kalmadı artık bu ülkede. Zaman zaman bu konuya değinirim. Hakemler konusundaki fikirlerimden dolayı fanatiklerden olumsuz tepki de alırım. Onlara cevabım “İnsan olduğum için böyle düşünüyorum” olur. Bazı konuları doğru değerlendirmek için empati yapmanın önemi çok büyüktür. Siz hiç köstekli saat ile maç yöneten hakem gördünüz mü? Peki maçı idare ederken yapılan ikazlara karşın içkili olup olmadığını anlamak için sahada ağzı koklanan hakem gördünüz mü? Bir oyuncunun yaptığı kasti hareketten dolayı oyun dışı yapamayıp üstelik de görevden alındığını, dayak yiyen hakem gördünüz mü?. Üstelik aldıkları para ile ancak karın doyurabilirlerdi... Keşke öyle bir teknoloji olsaydı ki o günleri, bu günlerde sizlere gösterebilseydik. Deplasmanlarda kulüp başkanının ya da bölgenin ağasının yerinde kalırlardı. Herhangi bir güvenceleri de yoktu. Daha neler neler. Hikaye edilecek çok şey var. Bir kitapçık olabilecek kadar. Kendi yaşadığım ve anılarımda kalan bir olay var.Fenerbahçe Balıkesirspor’la özel bir maç yapıyor bir akın esnasında kaleci ile birlikte topa çıkıyorum. Kalecinin elinde toprak varmış. Beraber kafaya çıktığımızda toprağı gözüme atıyor. Dünyam kararıyor buna rağmen hakem oyuncuyu dışarı atamıyor. Günümüzdeki hakemlere baktığımızda, eskilerinden çok farklı yetiştiklerini, çok farklı olanaklara sahip olduklarını görürüz. Artık eskisi gibi derleme toplama hakemler yok. İçlerinde üniversite mezunu da var. Deplasmanlara kara vagonla gitmiyor, yörenin ağalarının hanlarında yatmıyorlar. Köşe başı aşçılarında değil lüks restoran ve otellerde yemek yiyorlar. Söylenene göre profesyonel hakemler 15.000 lira maaş alıyorlar. Ayrıca antrenmanlardan 1000 TL alıyorlar. Yönettikleri maç başına aldıkları da 5.700 TL. Riva’daki tesislerde haftada en az iki gün masaj, sauna, havuz gibi olanaklardan yararlanıyorlar. Tabidir ki bu kadar güzel olanakları olan hakemler de büyük bir başarı ile görevlerini sürdürüyorlar. Başka bir şeye de ihtiyaçları yok. Öküzün altında buzağı aranmasın hiç. Avrupa’da maç yönetip, yabancı hakemlere taş çıkartıyorlar. Birçok hakemimiz Avrupa maçlarında da başarılarını sürdürüyorlar. İşte hakem bir babanın oğlu olan Cüneyt Çakır. Avrupa Şampiyonasında yönettiği yarı finallere ek olarak en son Şampiyonlar Ligi’nde final maçı yöneten ilk Türk hakemi sıfatını taşımaktadır.. Cüneyt Çakır’la birlikte Doğan Babacan’dan sonra gelen daha birçok hakemimiz var. Ne mutlu... Tek tek isimlerini ve kısa biyografilerini yazmak isterdim ancak gazete sütununda bu pek mümkün değil.
Değişimler bile değişiyor ama kafamız değişmiyorBüyük takımlarımıza yeni gelen yerli veya yabancı teknik direktörlerin ilk söyledikleri şey, “Takıma birkaç tane yabancı transfer yapılması gerektir” cümlesidir. Ya da ona benzer bir cümle. Bu isteğin altında biraz hinlik yatar. Çünkü bir başarısızlık söz konusu olduğunda “ne yapalım istediğim oyuncuyu almadılar ki” mazereti kullanılacaktır. İşte futbol oynamış yöneticilerle oynamamış olanlarının farkı burada başlıyor. Top oynamamış ama ekonomik durumu çok iyi olan yöneticiler, teknik direktörlerin bu isteklerini kayıtsız şartsız ve karşı önerisiz yerine getirmek isterler. Bunun için de kesenin ağzını açarlar. Sonuç olarak da kulüpler bir türlü borçtan kurtulamaz. Genelde “Stoper” oyuncuları isteniyor. Nedir ki stoper? Neler yapabilir? Birinci takıma kadar yükselmiş kafası ve gücü iyi olan herkes “stoper” olabilir. Diğerlerinden farkı yoktur. Bana göre eğer bir teknik direktör geldiği kulübün yedek kulübesinde oturan 30’a yakın futbolcudan ve de eğitim gören yüzlerce alt yapıdaki futbolcu adaylarından bir stoper çıkartamıyorsa o teknik direktör gitsin başka iş yapsın. Eskiden beri Beşiktaş’ın da Galatasaray’ın da Fenerbahçe’nin de stoperlerinin sıradan bir oyuncu olduğunu biliyor musunuz? Stoper oynayanların yerinin değiştirilip ileride oynatıldıklarını ve onların golleri sıraladıklarını duymadınız mı? Ya da görmediniz mi?Bizim kuşak ya da bizden sonraki kuşak insanlarının bu tür fikirlerine ve önerilerine “Ne yapalım onlar eskidendi. Şimdi dünya değişti” söylemi ile yaklaşıyorlar. Söyleyecekleri söz bundan ibaret. Karşıt fikir ileri sürüp, bizlerin söylediğini çürütmeye kalkmıyorlar. Evet değişen çok şeyler var bu doğru ama sanıyorum değişmeyen kafalar onlardan daha çok.