Steven Spielberg-Çağan Irmak kesişmesi
Steven Spielberg’in “Fabelmanlar”ı ile Çağan Irmak’ın “Sevda Mecburi İstikamet”inin aynı hafta gösterime girmesi elbette ki rastlantı ama bir yandan da fazlasıyla ortak noktası olan bu iki yapım üzerine düşünmek açısından doğrusu hayli ilginç bir rastlantı.
Filmografisine bakıldığında, her şeyiyle “Amerikan sineması” yapan Spielberg ile her çalışmasında ortaya bir “Türk sineması” koyan Irmak’ın bu kesişmesi, öncelikle sinema sanatının geçmişine dair nostaljik yaklaşımlarından kaynaklanıyor. “Fabelmanlar” da “Sevda Mecburi İstikamet” de yedinci sanatın altını üstünü kurcalayan, sinema sevdasını duyumsatan, geçmişe bakan, “sinema, sinemaya bakıyor” duygusu veren yapımlar. Bunu yaparken de karşımıza bir aile resmi koyuyor, ailedeki sorunlar üzerinden bir hat çiziyor ve asıl olarak ellerinde kamerayla dolaşan çocukların öyküsünü anlatıyorlar. Ve ne yazık ki her iki film de seyirciyi tam anlamıyla doyuramıyor, birinde iki buçuk, diğerinde bir buçuk saatin sonunda tuhaf bir tam olmamışlık hissi gelip boğazımızda düğümleniyor.
FABELMANLAR
Yetenekli bir amatör piyanist olan annesi, bilgisayar mühendisi babası ve kız kardeşleriyle yaşayan küçük Sammy’nin sinema denilen büyülü dünyayla birlikte aile içindeki sorunları da keşfetmesini bir potada eritiyor Spielberg “Fabelmanlar”da. Anti-semitizm atmosferinden de manzaralar aktararak ilerleyen, kimi hoş anlar ve sürpriz karakterler içeren, kaliteli bir çerçeve içine yerleştirilmiş “tipik Amerikan ailesi fotoğrafı”nın üzerindeki çatlaklarda gezinen bir film var karşımızda. Spielberg, belli ki kendi çocukluğuna dair “400 Darbe” ve “Cennet Sineması” kokteyli hazırlamak istemiş ama “Fabelmanlar” geniş seyirci kitlelerine seslenecek bir film olmadığı gibi eleştirmenleri tatmin edecek bir kıvamda da değil. 2021 yapımı Steven Spielberg filmi “Batı Yakasının Hikâyesi”, ardında hoş bir seda bırakıp kısa sürede unutulmuştu. “Fabelmanlar”ın kaderi de biraz ona benzeyecek gibi.
SEVDA MECBURİ İSTİKAMET
Ağlamak, gözyaşı dökmek, mendil ıslatmak bir ölçüt ve öncelikli beklenti değil elbette ama “Sevda Mecburi İstikamet”in basın gösteriminden sonra bir sinema yazarı herkese “Ağladınız mı?” diye soruyordu! Gördüğüm kadarıyla pek ağlayan olmadığı gibi gülen de yoktu.
“Babam ve Oğlum”dan “Issız Adam”a, “Prensesin Uykusu”ndan “Dedemin İnsanları”na açılan yelpazede, günümüz Türk sinemasında Yeşilçam geleneğinin nabzını en iyi tutan yönetmen olduğunu söyleyebileceğimiz Çağan Irmak, Ülkü Erakalın-Atıf Yılmaz-Cem Yılmaz üçgeni kurmaya çalışmış gibi görünüyor son filminde. Bir zamanlar magazin basının ve yapımcıların gözdesi, halkın sevgilisi olan bir yıldızken şimdilerde kayan bir yıldız haline gelmiş yaşlı başlı dizi oyuncusu Selim Erensoylu’nun ve elinden kamera düşmeyen otistik kızı Suna’nın öyküsünü anlatıyor “Sevda Mecburi İstikamet”. Sevda, ölen annenin adı ve ikisi de oyuncu olan Selim ile Sevda’nın evlilikleri, doğrusu pek inandırıcı olmayan biçimde gizemler de barındırıyor. Baba-kızın geçmiş güzel sevdaların izini süren, annenin hatırasını yaşatacak bir film çekme çabaları, sorunlu ve “özürlü” bir evlilikten manzaralar ve Yeşilçam nostaljisi eşliğinde yollarda sürüp gidiyor. Selim Erensoylu’nun gençlik halinin de üçüncü bir karakter olarak hep yanında bulunduğunu ve kendince yol gösterdiğini de belirtelim.
Yeterince iyi çizilmemiş ve başrollerdeki Selçuk Yöntem ile Selin Şekerci tarafından yeterince iyi canlandırılamamış karakterleri, biraz zorlama kaçan entrikasıyla, giderek otizm hakkında bir sosyal sorumluluk projesiymiş hissiyatı uyandırmaya başlayan “Sevda Mecburi İstikamet”, tıpkı “Fabelmanlar” gibi gayet iyi niyetlerle kotarılan ama Steven Spielberg gibi Çağan Irmak’ın da beklentileri karşılayamadığını gördüğümüz bir film.