Suçlu kim? (2)
Deprem ve kayıplarımız için içimiz sızlar, uykularımız kaçarken bir yandan da beynimiz suçluyu arıyor. Geçen hafta bir öğrencimin bana anımsatmasıyla Mimarlık Fakültesinde hocalık yaptığım süreçte başımdan geçen, bölüm başkanının etik olmayan ve öğrencilere yanlış örnek olan tutumuyla ilgili bir olayı paylaşmıştım. Bu hafta yine beni düşündüren başka bir deneyimimi paylaşmak isterim.
İzmir’de, yıllardır restorasyon bekleyen, cumbalı, tarihi, harabe, yıkık bir evimiz var. Bir türlü restore edemedik, bir yandan Koruma Kurulu, bir yandan Belediye, aşması zor bürokrasi, deprem kuşağı İzmir’de, Koruma Kurulu’nun depremi kaale almayan sıkı ve esnemez çerçevesinde depremde yıkılmayacak şekilde restore etmek bizi yıllarca düşündürdü. Dört yıl önce çok sevdiğim, mimarlık mezunu, iyi bir öğrencime güvenip binayı restorasyon için ona teslim ettik.
Mimarımız usta, işçi bulup ekibini kurdu, malzemeler alındı ve inşaat başladı. 3–4 hafta geçti, bir gün karşıdaki kafede üniversiteden bir mimarlık öğretim üyesi hoca ile çay içiyoruz. Ustalar çalışıyor. Hoca çayını içerken ustaları izliyormuş uzaktan. “Bu binayı böyle restore ederseniz ilk depremde yıkılır” diye uyardı. Masanın üzerindeki peçeteye çizerek yapılan yanlışları anlattı.
Binayı teslim ettiğimiz mimar öğrencim o gün orada değildi. İnşaatta çalışan işçilerden birine mimarımızın hangi günler, kaç saat inşaatın başında olduğunu sordum. “Haftada 1 saat filan burada” dedi. Yani mimarımız ekibi kurmuş, başıboş bırakmış, kontrol, rehberlik etmiyormuş. Ben yurt dışında yaşadığım için İzmir’deki bu inşaatı, mimarı izleme, kontrol etme olanağım zaten yok, mimarın ahlakına güvenmek dışında yapabileceğim bir şey yok.
Mimarımızı aradım, Hocanın söylediklerini ve inşaatta çalışan işçinin söylediklerini aktardım. Çok bozuldu. Açıklama yapamadı, bana küskün durarak psikolojik baskı yapma, beni kötü hissettirme yolunu seçti. O hafta ödemesini yaptım ve inşaatı kapattık, depremin şakası yok. O günden bugüne, inşaat o şekilde bekliyor, malzemeler, eridi, çürüdü, gitti, anladım ki ben başında olmadan iyi bir öğrencime bile güvenemeyeceğim ve deprem hafife almaya gelmez.
Bu son deprem zaten bu işin hafife alınamayacağını çok net gösterdi. Şimdi düşünüyorum: O gün tesadüfen ben İzmir’de olmasaydım, o hocayla tesadüfen orada çay içiyor olmasaydık ve o hoca ustaların çalışmasını izleyip beni uyarmasaydı… Ben öğrencime duyduğum güvenle inşaatı profesyonel bir mimara teslim ettiğimi sanırken, gerçekte o inşaat işin ehli olmayan kimselerin elinde. Mimarın başında durmadığından bihaber ben bu inşaatı o şekilde bitirecektim ve ruhum bile duymayacaktı mimarın kaytarmasını, bu inşaatın depreme dayanıklı olmadığını. Ama depremde sorumlu ben olacaktım…
İlk depremde bu bina yıkılacaktı, belki ben, belki çocuklarım, belki dostlarım ölecekti, onca masraf sokağa atılmış olacaktı ve eğer hayatta kalabilseydim, müteahhit addedilip sorumlu olarak tutuklanıp, suçlu görülüp yargılanacaktım! Rant peşinde koşmakla suçlanacaktım belki de. Başım öne eğilecekti haksızca. Bin şükür o içtiğimiz çaya! Bu ülkede kimin ahlakına güveneceğiz? Yaşamda kalmamız ve başımıza tüm gelenler gerçekten tesadüflere bağlı. Ben o gün o hocayla içtiğim çaya bin şükrediyorum ki sayesinde inşaatı hemen durdurdum.
O gün şans benden yanaymış. Ya olmasaydı? “Allah beni korudu” deyip kaderci mi olmalıyım? Ustaların başında görevli ve dolgun maaş alan mimarımız yok! Ben görevimi yapıp onun maaş ödemesini yapıyorum ama o görevinin başında değil. Umursamaz bir tutumda. Burada suçlu kim?