Suikastten sonra Türkiye
İran’ın Kasım Süleymani suikastına misilleme olarak, Irak’taki iki ABD üssünü vurması ve 80 ABD askerini öldürdüklerini açıklamasına karşı, ABD başkanı Trump hiç kimsenin burnunun kanamadığını söyledi. İran’ın değil ABD’nin yaptığı “hiç zarar görmedik” açıklamasına daha fazla prim veren çevrelerde, bu olayın ABD ile İran arasında danışıklı dövüş olabileceği iddiası ortaya atıldı.
Ortadoğu’da amaçlarına erişmekte zorlanan ve bölge denklemi tarafından giderek sıkıştırılan ABD’nin bazı gösteriş eylemlerine yönelmek istediği bilinmeyen bir şey değil. Geçmişte İran’ın nükleer programına karşı bombardıman “show”u yapmak için bizzat İran’dan kendisine bazı boş araziler göstermesini el altından talep ettiği ortaya çıkmıştı. Fakat son olay ABD’nin ben hala buradayım mesajı vermesini amaçlasa da, sonuçları açısından ABD’nin durumunu daha da zorlaştırmaktan başka bir işe yaramadı.
Kasım Süleymani, İran için herhangi bir asker değil, bölgedeki nüfuz ve etkisinin somut timsaliydi. Türkiye’nin temel milli çelişmesini ABD emperyalizmi ile aramızdaki çelişme olarak değil, İran Şiiliğiyle Türkiye Sünniliği arasında imiş gibi gören mezhepçi kafalar, bu nedenle Süleymani’nin katledilmesine sevindiler. Mezhepçiliğin dünyayı anlamak ve açıklamaktaki zaafları bir yana, İran düşmanlığı yapanları ABD işbirlikçiliğine savurduğunu bir kez daha kanıtladılar.
ABD’nin hamlesi, İran’a somut bir zarar vermeyi hedefliyordu. Ancak İran’ın sert misillemesinin ardından Irak Parlamentosu’nun aldığı, ABD’yi Irak’ı terk etmeye davet eden karar, ABD’nin durumunun Süleymani suikastinden öncekine göre daha iyi olmadığını gösteriyor. Basit bir siyaset kuralıdır: eğer bir eylem, güç ve imkânlarınızı, eylemden önceki duruma oranla daha da kötüleştirecekse, o eylemi yapmamak gerekir. Şu durumda ABD, bu basit kuralı çiğnemiş ve Ortadoğu’daki manevra yeteneklerini daha da daraltacak bir eylem yapmıştır. Peki ama neden?
Bir eylemin sonuçlarını tam olarak yönetemeyeceğiniz halde, ortaya çıkabilecek sonuçlardan birinin işinize yarayabileceği ihtimali üzerine hareket ediyorsanız, o eylem bir tür intihar eylemi vasfı kazanabilir. ABD’nin suikasttan tek beklentisinin, İran’ın etkili bir cevap verememe ihtimali olduğu anlaşılıyor. Eğer böyle olsaydı ABD üstünlük kazanacaktı. İran cevap verdiğinde, ABD daha sert bir misilleme yapabilseydi, bölge topyekûn savaşa tutuşacaktı. ABD, ikinci bir cevap veremeyince, hiç zarar görmediği yalanını söylemek ve alttan alarak masaya oturma çağrısı yapmak zorunda kaldı. Trump’ın, İran’ın cevabı karşısında 80 değil ama 8 askerimiz öldü bile deme şansı yoktu. Çünkü dünya liderliği iddiası olan bir devletin böyle bir durumda mutlaka bir misilleme yapması beklenecekti. Trump “ben zarar verdim ama onlar veremedi” yalanıyla, olayın üstünü kapatmak zorunda kaldı.
Olayın bizdeki yansımalarına bakıldığında iki husus ön plana çıkıyor. Birincisi, Türkiye gibi son altmış yılını batı sistemi içinde yaşamış bir ülkede, emperyalizme bağımlılık mekanizmaları sadece ekonomik ve siyasal düzlemde kalmıyor, aynı zamanda zihinsel kodlar, dünya görüşleri ve sosyal psikoloji düzleminde de etkili oluyor. Bütün göstergelere rağmen ABD’nin yenilebilen bir güç olduğuna inanmak istemeyenler, Süleymani suikastında bile ABD ile İran arasında gizli anlaşma arıyorlar. Batıcılığın yarattığı özgüvensizlik 20. yüzyılın ikinci yarısının ABD açısından emperyalist hâkimiyetin yanı sıra çok sayıda yenilginin de tarihi olduğunu görmeyi engelliyor. Oysa ABD Ortadoğu’da yeniliyor ve sonuçlarını tam olarak yönetemeyeceği eylemler yapmaya mecbur kalıyor. Bu açıdan Süleymani suikastı ABD’nin gücünün değil, güçsüzlüğünün göstergesidir.
İkinci olarak, gelinen aşamada ABD’nin yalnızlaştıkça eski güvenilir müttefiki Türkiye’nin “disiplinsiz” hareketlerini daha fazla sorun edeceği öngörülebilir. Ortadoğu’daki manevra alanını genişletemeyen ABD’nin, Türkiye’yi yeniden yola getirmek amacıyla yeni bir deneme yapması şaşırtıcı olmayacaktır. ABD’nin kısa bir süre içinde ilgisini yeniden Türkiye üzerinde yoğunlaştırıp, kendi yanında saf tutması için nihai bir karara zorlaması beklenmelidir.
Son yıllarda ABD’nin artan baskısı, Türkiye için bir beka sorununa dönüşmüş ve görece bağımsız hareket etmesine giden yolu açmıştı. Önümüzdeki aylarda yoğunlaşacak olan ABD baskısı, Türkiye’nin batı ile ilişkileri konusunda gerçekten nihai bir karara varmasına ve Avrasyalı kimliğini milli bilincine çıkarmasına yol açacaktır.