Şükrü Saracoğlu, Fenerbahçe ırkçılık ve Varlık Vergisi (14)

Bu yazı dizisine başladığım zaman kadim dostum Nedret Gürcan'dan bir mektup aldım. "Yaşanmış Taşra Öyküleri, Benim Sevgili Taşram II" (Dünya Kitap, 2005) adlı kitabında yer alan "Varlık Vergisi" bölümünü okumamı istedi. Ailesini tanıdığım zaman Dinar'da un fabrikaları vardı. Tam anlamıyla tipik bir milli burjuvazi ailesiydi. Anladığım kadarıyla Varlık Vergisi icat olduğunda zahire tüccarlığı da yapıyorlarmış. Öyle bir aileydi ki, benim de tanıdığım babaları "İmparator" Osman hayattayken otomobil almamışlardı. Fabrikaya faytonla giderlerdi. Nedret'in kardeşleri liseyi Galatasaray'da, üniversiteyi de İngiltere'de okudular.

Nedret Gürcan yazıyor. Okuyalım:

***

"Salınan vergiyi para olarak ödemek olanaksızdı. Paramızın tümü çeşitli hububat ve bakliyat ürünlerinin stoğundaydı. Hemen satılıp paraya çevrilmesi fırsatçılara yarayacak, bize zarar verecekti. Alıcılar İstanbul'un ve İzmir'in kurnaz toptancılarıydı. Babam onlarla iş yaptığı için kendilerini yakından tanıyordu. Babam, 'çare tükenmez' mantığıyla kalkıp İzmir'e gitti. İzmir'de birçok işadamını tanıyordu. Önce Ankara Palas'ın sahibi Halim Alanyalı'ya uğradı. Sürekli iş yaptığı bir Türk firmasıydı. Babamı görünce, "Ooo, Osman Bey, şeref verdiniz!" sözleriyle karşılamıştı. Babam durumu anlattı ve stoklarında bulunan hububat ve bakliyat ürünlerinden satarak vergi ödemek istediğini belirtti. Fiyat öğrenmek için geldiğini söyledi. Aldığı fiyat büsbütün zarar açıyordu, maliyetine vermek istedi, Halim Bey alıcı olmadı. Avrupa'da ilaç hammaddesi olarak keten tohumu işleyen fabrikalar savaş nedeniyle kapalıydı, müşterisi yoktu malların...

Babam ilçeye döndü, amcamla karar verdiler: Eldeki stoklardan hiçbirini maliyetin altında vermeyeceklerdi. Aşkale'ye gitme işi de buradan çıkmış, nakit olmayınca yol görünmüştü. Devlet onca mükellefi oralarda bir haftadan fazla tutamazdı, 'Devlet Baba' dediğimiz devletti ne de olsa..."

***

"Annem bir yandan babamın Aşkale valizini hazırlıyor, bir yandan gözyaşlarını bizlerden saklamaya çalışıyor ve ellerini Tanrıya doğru kaldırarak, 'Sebep olan kebap olsun!..' diyordu. Babam, salınan kasıtlı ve insafsız vergiyi ödemekte zorlanıyordu; 20 Ocak 1943 günü Aşkale'ye taş kırmaya ve yol yapmaya gidecekti. Vergi borcu bu hizmet (!) karşılığında ödenmiş olacaktı. Evin alıştığımız yaşam biçimi birden değişmiş, sessizliğe bürünmüştü. On iki yaşımdaydım, o güne dek ailede böylesine perişanlık yaşandığını görmemiştim...

O gün dedem, babama belli etmeden amcamı da yanına alarak Isparta'ya gitmişti. Evde büyükannem, annem ve yengeme ait ne kadar altın, bilezik, takı gibi şeyler varsa -hatta evlilik yüzükleri de- paraya çevrilecek, vergiyi ödeyecekler, babamın Aşkale'ye gitmesini önleyeceklerdi.

Isparta'dan ödenecek vergi kadar ucu ucuna bir parayla döndüler. Babamdan habersiz, Maliye Dairesine giderek parayı cezalı olarak ödediler. Babam altın bozdurma işini duyunca gözleri yaşlı, 'Bunu yapmasaydınız; çok ağırıma gitti!' dedi. Dayanamadım, evden bahçeye kaçtım. İlçede tek partinin, CHP'nin fütursuz egemenliği sürüyordu... Varlık Vergisi'ni saptayacak olan kaymakamlık ve malmüdürlüğü gibi makamlardan oluşacak kurula, partililer de sızmışlar, orada salt 'can yakmak' rolünü üstlenmişler, üst düzey yetkililerin resmi dayatmalarına karşın, istediklerim yaptırmışlardı. Yüzlerce mükellefin içinden yalnızca üç firma (Gürcanlar, Kitişler, Dedeoğlular) zora sokulmuş, her birine 13.500 lira salınmıştı. Sonra gelenlere en çok 100 lira! Düşmanlıktı bu...

Üç firmanın yetkilileri birleşerek Ankara'ya, Başbakan Şükrü Saracoğlu'na gitmişler, iki üç gün kapılarda süründürülürcesine bekletilmişler; sonra Saracoğlu tarafından, lütfen ve ayak üstünde, beş dakika süreyle kabul edilmişlerdi. Dert anlatmalarına, konuşmalarına fırsat verilmeden, '... birçok yerlerde yapılan yanlışlar gibi bizimkilerin de düzeltileceği...' sözüyle baştan savılmışlardı... İlçeye döndüklerinde babam, Başbakan'ın tutumunu anlatmış, '... bu ziyaretten olumlu bir sonuç alınmayacağını...' söylemişti. Günler haftalar geçmiş, tüm beklentiler boşa çıkmış, bir lira bile indirim yapılmamış, üstelik cezalılık süreci başlamıştı. Babam o günler de bu vergilere neden olan ilçedeki iki CHP'liyi (Nadir Emekli ve Ali Keskin) hiç bağışlamamış, yıllarca onların yüzlerine dahi bakmamıştı."

***

"Bizimkiler birkaç gün sonra İzmir'den Halim Bey'in firmasından bir telgraf aldılar: 'Elde ne kadar keten tohumu varsa, sizin fiyatınızdan kabulümüzdür, vagona yüklenmesi ricamızdır,' diyordu.

Bizim büyükler İstanbul'dakilerle haberleşiyorlardı. Keten tohumu fiyatı yükselmişti, alıcısı kuyruktaydı... Vergiye ödeyecekleri kadar bir kâr vardı. Babam , 'İzmir'e satmam, dursun,' dedi. Taşra bir yandan kendi içindeki kıskançlık, haksızlık ve insaflılıklarla savaşını sürdürürken, bir yandan da büyük kentlerin fırsatçı büyük tüccarı yükünü artırıp gidiyordu. Bunun adına da 'Efendim, bu ticarettir, herkes gözünü açsın, aldanmasın!..' deniyordu.

Babamlar bu kez aldanmadılar. Birkaç gün sonra ellerindeki keten tohumunu İstanbullu bir ihracatçıya sattılar. Ettikleri kâr, verdikleri vergi kadardı..." (Age. s.115-117)

***

Kadim dostum Nedret Gürcan'ın bir kitapta yayınlanmış aile öyküsü Varlık Vergisi'nin azınlıkları ezmek için çıkarıldığı, dolayısıyla bir ırkçı vergi olduğu safsatasını geçersiz kılıyor.

Aradan yıllar geçtikten sonra İmparator Osman, başta İsmet İnönü olmak üzere CHP ileri gelenlerini Dinar'da evinde ağırladı. Nedret ise tamı tamına 16 yıl CHP ilçe başkanlığı yaptı.

(Devam edecek).