Sülün Osman diye biri...
Şimdiki gençlik Sülün Osman’ı tanımaz. Üstelik tanımamasında da sayısız yararlar vardır. Kötü bir örnek olmasından değil de, günümüzde nicelerini görüp de onu küçümsemelerinden ötürüdür.
Sülün Osman dediğiniz de kimdir ki? Topu topu, hepsi bir kaç tramvay, Galata ve Beyazıt kuleleri ile saat Galata Köprüsü’nü kendine özgü yöntemlerle pazarlayıp saf vatandaşlara satan kendi halinde bir vatandaş. Hani derler ya, İstanbul’un denize bitmez diye, işte bunu yaşam düsturu ve de meslek yapmış uyanık değil, bir garip kişi. . Günümüzdeki akıl almaz dolandırıcılıkları görüp de sakın ola Sülün Osman’ı küçümsemeyin. Bir zamanlar onun da “ tosuncuk” kadar olmasa da kendine göre bir şöhreti vardı.
Sülün Osman’ın tek talihsizliği, döneminde, bugünkü kadar yaygın ve de etkili bir medyanın olmamasıydı. O büyük bir ekiple çalışmadığı gibi, toplu bir dolandırıcılığa da asla girişmezdi, .Onun yöntemi; tek başına tek kişileri dolandırmaktı. Gerçi buna dolandırıcılık ta denmezdi ya? Yalnızca ;İstanbul’da, kendine göre fuzuli gördüğü anıtları, köprüleri, saat kuleleri ile tramvaylarını, alıcısının ısrarına dayanamayarak elden çıkarırdı.
Sülün Osman’ın yaşam öyküsünün nerede başlayıp nerede bittiği pek bilinmezdi. Neredeyse Allahın her haftası zorunlu olarak ziyaret ettiği karakollarda bile doğum yeri ve tarihi yazılı değildir. O aklına geldiği yeri doğum yeri olarak gösterirdi. Böyle göstermesi de işine geldiğindendi. Çünkü, bu değişik kentlerin doğmuş olması, icra-ı faaliyet ettiği mesleğinin bir parçasıydı. Onun için kendisine nerede doğduğunu soranlara ‘ Ha Hakkari, ha Edirne; ne fark eder ki” diye yanıt verirdi.
Onun bütün sermayesi İstanbul’un tarihi anıtlarıyla hemşeriliğinde idi. Yabancılara pek mal satmaya yanaşmaz, ama hemşerisi olunca iş değişirdi. Elindeki en verimli tarihi eserleri, sırf hemşerilik uğruna (!) gözünü kırpmadan, üstelik oldukça da ehven bir fiyatla satıverirdi.
Sülün Osman, sıradan, ufak-tefek, esprili, güleç yüzlü, iştigal ettiği mesleğinin dışında bildik, tanıdık bir memleketimin insanıydı. Yani; ne çirkin ne güzel; ne namuslu, ne de namussuz, iyi ile kötü arasında gidip-gelen, felekten tokat yiyip de, saf vatandaşlara çelme takmaktan hoşlanan biri. .
Gün gelir bin kez tövbe eder, bin kez de bozardı tövbesini. Sonuçta gittiği yer Mevla’nın türbesi değil de, çoğunlukla Sanrasyan Hanın bildik hücresi olurdu. Her içeri girdiğinde bu işten çok “usandığını” söylerse de asla hiç “uslanmazdı”
Galata Köprüsünde saf bir vatandaş gördü mü dayanamaz. Tövbeli de olsa, köprünün altındaki o biçim salaş kahvehanede ısmarlanan bir bardak karbonatlı ucuz çaydan sonra köprüyü yok pahasına elden çıkarı veridi. İşin garibi bu alış verişten hem kendisi, hem de alan bir süreliğine mutlu olurdu.
Dönemin başbakanı Turgut Özal Boğaziçi Köprüsü’nü satmaya karar verdiğinde, Sülün Osman gazetelere bir demeç vererek, Türkiye’de uzmanlığa saygı duyulmamasından çok alındığını bildirmiş “Turgut Bey oğlum niçin bana danışmadı” diye sitem etmişti.
Sülün Osman iyi ki bu günleri görmedi...