Sungu Çapan’a veda
Genç bir gazeteci Yeşilçam’ın efsanelerinden biriyle yaptığı bir söyleşide “kendinizi yalnız hissediyor musunuz” diye bir soru sormuştu. O da kestirmeden “evet” ya da “hayır” yerine, rekor sayılabilecek sayıda yazdığı onca senaryoya adeta bir gönderme yaparak her sabah farkında olmadan yaptığı bir eylemi anlatmıştı:
Her sabah kalkıyorum... Telefonun başına gidiyorum... Bir bakıyorum ki konuşacak, arayıp dertleşecek hiçbir arkadaşım kalmamış. Sonra telefonu kapıyor, hepsiyle yaşanmış anılarımın içinde bir yolculuğa çıkıyorum. Derken, ertesi sabah, ondan sonraki sabahlarda da bu yolculuk yinelenip duruyor...
Onca yaşına karşın hala yeni projelerin peşinde koşan duayen senaristin yalnızlık ya da yaşlılıkla ilgili bu saptaması, duygusal tonunun ağırlığının yanı sıra, çevresindeki bilge meslektaşlarının azalmasından kaynaklanan, doldurulması olanaksız bir boşluğun ifadesidir de aynı zamanda.
Her değerli meslektaşımızın yitirilişinden kaynaklanan bu boşluğu duyumsamayıp yalnızlığın içinde kaybolmamak mümkün müdür acaba?
Sungu Çapan’la ne zaman nerede tanıştığımızı bile anımsayamıyorum... Herhalde Sinematek dönemlerinde. O, dergiye hem yazı yazıp, hem de Yeni Sinema ve Film dergilerinin kapaklarından bazılarını yaparken, bizler de –rahmetli Nezih Coş’la birlikte- aynı derneğin arşivleriyle uğraşıyorduk... Kendimizi tanıtma, bu meslekte birkaç adım atabilme dönemi. Sonrasında Sungu ile birlikte yazdığımız Milliyet Sanat, Gösteri, Film Market ve Gelişim Sinema... Berlin Film Festivaline defalarca gidişimiz, her seferinde ceplerimize kurabiye ya da kuru yemiş koyarak, on beş gün boyunca, sabah dokuzdan gecenin bir saatine dek önümüze gelen her filmi izlememiz ve de parasızlıktan Berlin’e her gidişimizde hep aynı arkadaşımızın evinde konuklamamız vs...
Sungu Çapan’la en uzun süre çalıştığımız yer Nokta ve Gelişim Sinema dergisi olmuştu. Bana yardım etme amacıyla gelmiş, sonrasında ise derginin bir açıdan görünmeyen yazı işleri müdürlüğünü üstlenmişti. Onunla dergi kapanana kadar uyumlu bir çalışma gerçekleştirdik. Hatta derginin birçok yazısını hep aynı adlar olmasın diye, o Kemal Kaldı ben de Berk Birinci takma adlarını kullanarak yazdık. Daha sonra bu ikinci adlarımızla diğer yayın organlarında da yazılarımıza devam ettik. Sonra aynı günde Cumhuriyet’e girdik. Ben Cumhuriyet 2’nin yöneticiliğini üstlenirken o da Atilla’dan (Dorsay) boşalan sinema yazılarına devam etti. Ve de uzun bir süre bu işi sürdürdü.
Sungu; uslübundan yaşam tarzına dek “kendine özgü” olabilmenin tam anlamıyla karşılığını veren ya da herkesten farklı bir başka kulvarda tek başına, görünmeden, adeta saklanır –doğrusu acaba kaçar gibi mi olacak- yaşamayı tercih eden, gereğinde hem yakın, hem de çok uzak kalan bir dost gibiydi. Yaklaşıldığında hemencecik uyum sağlayan sıcak ve samimi, uzaklaşıldığında ise gözden kaybolup yok olmayı tercih eden, ancak her iki durumda da her zaman güven ve saygı duyulan birisiydi.
Kendine özgü bir üslubu vardı: oldukça uzun, birbirlerine zekice bağlı cümlelerden oluşan yorumlar, büyük bir keyifle okunur, filmin her bir olumlu ya da olumsuz yanını sağlam bir sinema bilgi ve birikimiyle okuruna ulaştırırdı.
Sungu Çapan sinema yazarlığındaki benzersiz kaleminin yanında yetenekli bir grafikerdi. Birçok kültür-sanat dergisindeki (Yeni Sinema, Milliyet Sanat, Film Dergisi vs.) kapak çalışmaları, eğitimini gördüğü alanda ne denli başarılı çalışmalar yaptığını ortaya koyar.
Kısacası görünür olmaktan daha çok görünmezliği, yalnızlığı, insanlardan ve de kendisinden kaçar gibi bir sakinliği ve de sessizliği seçti... Kırmadan, darılmadan, kimsellerle kavga etmeden herkesle, ama herkesle dost olmaya özen gösterip yaşadığı gibi, herkesin anısında saygın bir yere sahip olarak “benden bu kadar” diyerek, yine sessiz alıp başını gitti...
Keşke, birileri çıkıp da, onun her biri farklı lezzetlerde olan yazılarını bir araya getirip bir kitap yapsa... Gelecek kuşakların da bu usta yazarı en az bizim kadar tanıyıp sevmeleri gerekir…