Suriye için Atatürk ne demişti

Komutanım Ali Rıza Selmanpakoğlu, Nevşehir iline bağlı Hacıbektaş Veli ilçesi Belediye Başkanıdır. Tuğgeneral rütbesiyle emekli askerdir. Benim de askerlik yaptığım alayın komutanıydı. Belediyenin resmi sitesinde “Suriye için Atatürk ne demişti?” yazısını okudum. Önce biraz yakın tarihe gidelim;

Hafız Esad döneminde imzalanan 20 Ekim 1998 Adana Güvenlik Mutabakatı sayesinde Türkiye ve Suriye birbirlerine karşı terör örgütlerini kullanmama ve teröre karşı ortak mücadele için anlaşma sağlar. Türkiye, Şam’da yasaklı olan İhvan Örgütü dâhil “sağcı ve dinci”, Suriye ise Ankara’da yasaklı olan PKK dahil birçok “sol” örgütün hamisiydi. 10 Haziran 2000’de Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad vefat eder. Yakın ve uzak dünyanın en maruf devlet başkanları, Avrupalı ve Amerikalı yetkililer cenaze töreninde bulunmak ve Hafız Esad’ın naaşı önünde saygı duruşunda bulunmak için Şam’a gelir.

SEZER’İN ŞAM ZİYERETİ

Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, katılmaması için yapılan baskılara rağmen, Şam’da Hafız Esad’ın cenaze törenine katılır. 10 Temmuz 2000’de geniş katılımın sağlandığı Halk oylaması ile Hafız Oğlu Beşşar Esad Suriye’nin yeni başkanı seçilir. Bir mutabakat, bir vefat ve yeni bir başkan hadisesinin ardından Temmuz 2000’de Şam’dan Burdur’a gelerek 58.ci Piyade Er Eğitim Alayına teslim olduk. Binlerce devremiz asker kardeşimizle yemin töreninde yer aldık. Törenden sonra ilk anons yapıldı; “Asker Mehmet Yuva öne çık!” İstisnalar çoğu kez beni bulurdu. Asker ocağı da beni bundan müstesna etmemişti. Bedelli askerlik için Almanya’da başvurmuş, bu süreç ABD’de devam etmiş, ama asker ocağına Şam’dan gelmiştik. İki ülke arasında yaşanan “savaş” ve “barış” dönemlerini Şam’da yaşamıştık. Sizden şüphe edilmeyecek de James Bond ‘tan mı edilecek?

1974-75 eğitim dönemi için Kuleli Askeri Lisesi’ne başvurmuştuk. Kabul edilseydik, her şey engelsiz yolunda gitseydi 2000 senesinde asker olduğum alayın komutanı rütbesinde olurduk. Ancak şimdi çavuş önde ben arkasında yürüyen bir rütbesiz askerdik. Bir binaya girdik. “Burada bekle asker” komutu verildi. Oda kapısının üstünde yazılı olan levhaya baktım. Askeri İstihbarat Şubesi yazıyordu. Bir müddet sonra içeri alındık. Binbaşı rütbesiyle masanın arkasında oturan komutanın yanında iki sivil vardı. Masanın önündeki sandalyeye oturmamı istediler.

“Rahat ol. Sohbet için çağırdık. Suriye’de önemli gelişmeler yaşanıyor. Hafız Esad öldü. Beşşar Esad dönemi başlayacak. Suriye-Türkiye İlişkileri nereye gider? Türkiye’nin Suriye ile yapacağı işbirliği birçok kesimde ciddi bir rahatsızlık yaratacak. Genç Esad oluşacak mahalli ve uluslararası tepkileri, rahatsızlığı göğüsleyecek bir güce sahip mi?” gibi konular hakkında düşüncelerimi paylaşmamı istediler. Ayrıca yurt dışındaki büyükelçilerimizin vatandaşlarımızın sorunlarıyla ilgileniyorlar mı ilgilenmiyorlar mı, şikayetlerimiz var mı gibi hususlarda bir talebimiz varsa bu konularda kendileriyle irtibat kurabileceğimiz ve yardımcı olacaklarını ifade ettiler(!). Tebessüm ettim ve “nazik ve yardımsever(!)” önerileri için teşekkür ettim. Gülen okulları hakkında da sordular. Suriye’de bu okullar mevcut değil dedim ve bu konu bir daha açılmadı.

GELDİĞİMİZ NOKTA

Bir hafta boyunca her sabah toplantısından sonra çavuşunla birlikte aynı odaya yürüdük. Ben anlattım iki sivil not etti. Türkiye’nin Suriye’nin bağımsızlığı ve egemenliği için Atatürk kadar hassas olmasını nedenleriyle anlattım. Kendi ajandasıyla Suriye’nin gönlünü kazanan Türkiye’nin siyasi ve ekonomik dirayetinin artacağını, Batı’ya olana bağımlılığından kurtulabileceğini söyledim. Atatürk’ün Suriye ile ilgili temennilerini okumalarını tavsiye ettim. Türkiye’nin bekasını ve büyümesini sağlayacak olan formülün Mustafa Kemal tarafından ortaya konduğunu ve bunun Türkiye, Suriye ve Irak ile bir gönüllü konfederasyon sayesinde mümkün olabileceğini ifade ettim.

Türkiye’nin 1998-2011 yılları arasında bina ettiği Suriye ilişkilerinin bu arzulanan hedefe hizmet etmediği 2011 sonrası Suriye krizi ile görüldü. Türkiye’nin Mustafa Kemal’in arzu ettiği emperyalizme karşı Suriye’nin yanında yer alması gerektiği ilkesi yerine emperyalist kuvvetlerle Suriye’ye saldıran bir Türkiye vardı. İçte Mustafa Kemal’in politikalarından uzaklaşan Türkiye’nin bağımsızlığını adım adım kaybettiğini ve dışta da emperyalizmin taşeronu ülke haline geldiği not edildi. Türkiye, geç ve farklı niyetler sayesinde de olsa , emperyalistlerin oyununu görme ve onların projelerinde görev almama noktasındadır.

ATATÜRK’ÜN NASİHATI

“Fransızlar Suriyelileri ADAM yapmak istiyorlarmış. Fakat evvela kendileri ADAM olsunlar. Suriyeliler zeki, modern ve nazik insanlardır. Fransızların terbiyesine ihtiyaçları yoktur. Suriyeliler böyle düşünmelidirler. Ben Suriye’yi bilirim. Gençliğimde Şam’da bulundum. Suriye’nin daha birçok şehirlerinde de yaşadım. Daha sonra kumandan olarak da bulundum. Bütün kabahat Osmanlı İmparatorluğu’ndadır. Balkan Harbi sonunda Gelibolu’da idim. Talat Paşa’ya teklif ettim. Suriye’ye, Irak’a BAĞIMSIZLIK veriniz dedim. Talat Paşa “Bunu başkasına söyleme, seni asarlar” dedi. Fakat yapılacak şey bu idi. Eğer yapılsa idi Türkiye, Suriye ve Irak ki zaten KARDEŞTİRLER. Bugün daha samimi KARDEŞ olacaklardı... Suriyeliler henüz olgun değilmişler. Fransızlar acaba ne zaman olgun olmuşlardır? Suriyeliler mükemmelen medeni iken acaba Fransızlar ne vaziyette idi? Daha birçok meselelerimiz vardır. Fakat ve maalesef bunların ortaya konulması için Kuvvet lazımdır. Suriyelilerin ellerini kollarını bağlamışlar. Çözünüz onları, Koparınız o bağları!”

Suriye konusunda yeni çıkmaz sokaklar ve girdaplarda debelenmemek için inadı bırakıp Mustafa Kemal’in tavsiyesine kulak verelim. Kaymakam, Vali, müdür, inşaat şirketleri gibi küçük hesaplar yerine egemen ve bağımsız tek Suriye için amaç edinelim. Güçlü bir Suriye ve Irak ile birlikte büyüyelim.