Suriye ile normalleşmede gecikme ABD’ye koz veriyor

Suriye ile normalleşme gündeminde bir yavaşlama görünüyor. Oysa daha iki ay önce kamuoyunda bu konuda hızlı adımların atılması beklentisi oluşmuştu. Hatta, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Suriye lideri Esad’ın Özbekistan’daki Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi’nde buluşacağı bile iddia edilmişti. Konunun gündeme geliş biçimi ve arkasından ortaya çıkan gelişmelerden, böyle bir görüşmenin masada konuşulmuş olma ihtimalinin kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konuda tartışmalar sürerken “Semerkant’a gelseydi görüşürdüm” deyivermişti.

Peki sonra ne oldu? Basına yansıyan bilgilere göre, MİT Başkanı Hakan Fidan ile Suriyeli mevkidaşı Ali Memluk arasında bir dizi görüşme yapıldı. Bazı konular masaya yatırıldı. Prensipler konuşuldu ama ciddi bir ilerleme olmadı.

Zaten istihbarat örgütleri arasındaki görüşme düzeyinde, esasen sahadaki pratik konulardaki müzakerelerin dışında bir sonuç beklemek gerçekçi değildi. Çünkü çok sayıda devletin kontrolündeki onlarca ayrı silahlı grubun bulunduğu karmaşık bir yapıya sahip olan sahadaki durumu düzeltmeden ya da en azından bu konuda tarafların farklı konumlanışlarını ortaklaştırmayı sağlayacak bir irade ortaya koymadan, ilerleme sağlamak mümkün değil. Konuyu takip edenlerin değerlendirmesi, bir sonraki aşamada siyasi düzeyde bir görüşme yapılması idi. Yani iki ülkenin dışişleri bakanlıklarının ilgili bürokratlarının bir masa etrafında buluşması ve “normalleşme” sürecinin böylelikle başlatılması. Ancak son iki ay içinde böyle bir adım atılmış değil.

WASHINGTON’DAKİ ABD-TÜRKİYE GÖRÜŞMESİ

Türkiye-Suriye normalleşmesi gündemi, 19 Temmuz’da yapılan Tahran’daki Astana Zirvesi ve ardından 5 Ağustos’taki Erdoğan-Putin Soçi buluşmasının ardından oluşmuştu. Erdoğan, Tahran Zirvesi sonrası, “üç ülkenin ortak iradesinin Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak için ABD işgalinin bir an önce sona erdirilmesi” olduğunu açıklamıştı.

Öte yandan Ankara’nın bir de ABD ile “normalleşme” gündemini takip ettiğini vurgulamak yerinde olur. 15 Eylül’de Türkiye ile ABD arasında Yüksek Düzeyli Stratejik Mekanizması toplantısı Washington’da yapıldı. ABD Dışişlerinin şahin takımından ve Ukrayna’da Zelenskiy'i işbaşına getiren sürecin mimarı Victoria Nuland’ın da katıldığı görüşmelerde masaya ABD tarafının neler getirdiğini bilmiyoruz. Ancak görüşme sonunda yayınlanan açıklamada “Heyetler, Ukrayna'nın egemenliği ve toprak bütünlüğüne güçlü desteklerini yinelemişler, NATO'nun birliği ile aralarındaki eşgüdümün daha da güçlendirilmesi imkanlarını ele almışlardır” denmesinden anlıyoruz ki, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Atlantik kampındaki konumlanışını sağlamak masanın ağırlıklı konusunu oluşturuyordu.

ABD’DEN PKK’YA DOLUDİZGİN DESTEK

Türkiye, ABD ile birlikte Ukrayna konusunda Rusya’ya karşı resim verirken ABD bir yandan doğrudan silahla donattığı PKK/YPG'yi askeri eğitimlerle ve ortak tatbikatlar düzenleyerek Türkiye’ye karşı hazırlıyor. ABD’nin Suriye’de Esad yönetimini devirme iradesinin güncel plandaki uygulaması ise Sezar yaptırımları. Daha önceki yaptırımlarda Suriyeli şahıs ve kuruluşlar hedef alınıyordu. Sezar ile, Suriye ile iş yapan şirket ve kuruluşlar yaptırım kapsamına sokuldu. Hatta, PKK’nın kontrol ettiği bölgeleri ayrı bir yönetim olarak uygulamada tanıyan ABD, bunu resmileştirmeye yönelmiş durumda. ABD yönetimi, PKK’nın kontrolündeki kuzeydoğu Suriye’de iş yapan firmaların ise yaptırımlardan muaf tutulacağını açıkladı. 2020 yılında, Suriye’ye yönelik Sezar yaptırımları kapsamında ABD yönetiminin PKK’ya doğrudan 21 milyon dolar nakit yardım verdiği basına yansımıştı. (AA, 26 Haziran 2020)

ZAMAN ALEYHE İŞLİYOR

Bir kez daha altını çizelim: ABD’nin öncelikli amacı Türkiye’yi NATO ve Atlantik ittifakına çıpalı tutmak. Bu amacını güncel olarak daha çok sopa yoluyla sağlamaya çalışıyor. Türkiye’ye yönelik Suriye’den ve Doğu Akdeniz’den askeri kuşatma yoğunlaştırılıyor. Ekonomik kuşatma ise kimi zaman gevşetilerek kimi zaman sıkılaştırılarak devam ediyor. Türkiye’nin önünde zorluklar var. Fakat Türkiye’nin ihtiyaçlarına uygun olarak, Atlantik’ten bağımsız doğru politikaların daha cesur ve kararlı bir şekilde uygulanması durumunda fırsatların daha fazla olduğu bir uluslararası ortam söz konusu. Ama şunu unutmayalım. Dünya dönüyor, zaman geçiyor.