Suriye’den ABD’ye tarihi ders

Firavuna sormuşlar; ’’Sen nasıl Firavunlaştın?’’ ’’Haddimi bildiren olmadı!’’ demiş.  ABD’ye haddini bildiren çıksaydı firavunlaşmazdı. Deniliyor ki ABD tarihte var olmuş bütün devletler gibi doğal olanı yapmaktadır. İnsan, toplum veya devlet fazla enerjisini harcamak zorundadır. Harcarken güçlenir ve büyür. Zira aşırı kuvvet, hacim ve enerji taşar, bendi aşar. İstiklal Marşı’nda geçen ‘’kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım” dizilerindeki mesaj sadece küllerinden doğması gereken, üzerinde ölü toprağı serpilmiş bir milletin dirilişine bir hayat öpücüğü kondurmak değildir. Bunda gücü hududuna sığmayan insanın, toplumların ve devletlerin nasıl taştığını da ifade etmektedir.

Tarihte kuvvetli olan arzularını, çıkarlarını dayatır, egemen olur ve hegemonya kurar. Onunla iyi geçinen, isteklerini emir belleyen ve amasız yerine getiren, itiraz etmeyen için babacan demokrat, sorgulayan, itiraz eden ve baş kaldırana karşı baş kesen diktatör olmuştur. “Bu hep böyle olmuştur ve öyle kalmaya devam edecektir, değişmez” diyen kurnaz mürekkep yalamışların argümanlarına şahit oluyoruz. Dün Asur, Hitit, Mısır, Roma, Bizans, Emevî, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı, Rus Çarlığı vardı. Sonra Portekiz, İspanya, Fransa, Hollanda, İngiltere, Almanya ve Japonya tarih sahnesine güçlü devletler olarak zuhur etti.

Ardından ABD ve Sovyetler Birliği kutuplu yeni bir Dünya düzeni var oldu. ABD, Sovyetler Birliğine karşı üstünlük sağladı ve Sovyetleri tarih sahnesinden aşağı itti. Bu mantık silsilesine binaen dün nasıl mazlum Musa iken bugün zalim bir Firavuna dönüşen İsrail ve oğullarına karşı mücadele eden Musa’nın Oğulları Filistinliler yarın üstünlük sağlar ve güçlü bir devlet olursa İsrail gibi Firavunlaşacaktır. Bugün Firavun ABD ve müttefiklerine karşı konumlanan ve savaşan Suriye, Rusya, Çin, Türkiye, Venezüella, Kuzey Kore ve benzeri devletler aşırı güç sahibi olduklarında Firavunlaşacaktır. O vakit mücadele etmeye, zorluklar yaşamaya, ölmeye ne hacet? Ha ABD, ha Rusya! Ha Çin, ha İngiltere! Ha İsrail, ha Filistin! Ha Türkiye ha İran, ha Suriye, ha Mısır! Ha Cüneyt Arkın ha Erol Taş! Birisi bize hükmedecek.

DEVLETLER ESERLERİ VE YAPTIRIMLARIYLA DEĞERLENDİRİLİR

Bu zihniyeti tedavüle sokanlar, Hz. Ali’nin, “Söylenen doğru hak sözdür ancak bununla arzulanan kötülük ve şerdir” ifadesine uygun davranmaktadır. Kıssadan hisse şer ile hakkı, zalim ile mazlumu aynı kefeye koymaktadır. Doğrudur, devletler İnsan misalidir. Doğar, gelişir, büyür ve ölürler. Ancak “eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri” ifadesine uygun olarak devletler eserleri ve yaptırımlarıyla değerlendirilir. Sınıflı toplumların devletlerinde hakim sınıf mahkum sınıf üzerinde tahakküm sahibidir. Ama ve lakin insan için, insanca ve insanla birlikte felsefesine hizmet eden devletlerle, bir tekelci sınıfa veya zümrenin had bilmez, doymak bilmez pervasız tamahlarına, silahlarına, savaşlarına, işgallerine ve talanlarına hizmet eden devletler arasındaki farkı idrak etmeliyiz. 

Bu mantığı anlatan en önemli tarihi misallerden birisi Endülüs uygarlığıdır. Arabi Emevi devletinin bir eseridir Endülüs. Merkez Emevi devletinin kurucusu Muaviye ve Yezit İslam’ın ismi, Kuranın resmi ve Müslümanın cismi söylemine uygun yaşadı. Arabi ile yabancı arasında fark yoktur fark takvadadır emrine uygun davranmadı, aile ve kabile taassubu ile idare etti. Zulüm hanedanlığı inşa etti. Firavunlaştı hükmü 80 sene sürdü. Bunun yarısı zaten Muaviye’nin iktidarıdır. Kısa zamanda devasa bir coğrafyaya hakim olmasına karşın, bazı hükümdarları gidişatı tersine çevirme niyetlerinin görünmesine karşın yıkıldı ve tarihin lanetlediği devletlerden oldu. Aynı devletin eseri olan İspanya Endülüs devleti, İspanya ve Batının barbar coğrafyasında muazzam bir medeniyet inşa ettiler. Hükümdarların, insana, ilme, doğaya, hayvana, mimariye, felsefeye, edebiyata, insan merkezli dine, tarıma ve ticarete verdikleri ehemmiyete, farklı dinler ve toplulukların hak ve hukukunu gözeten anlayış sayesinde 800 sene hüküm sürdü.  

FİRAVUNLAŞANLAR DEVRİLİR

Kıssadan hisse bugünün Firavunlarına karşı mücadele edenler Firavunlaşırsa aynı mücadele onlara karşı da verilir. Günümüzün baş Firavunu ABD ve şürekası sahip olduğu pozitif ilmi, sanatı, sineması, müziği, sanayisi, tarımı, hayvancılığı, mimarisi ve bilumum insan gelişimine, huzuruna, refahına katkı yapan uygarlığını yani sevgi, mal ve ilim paylaşılırsa büyür amacını gütmüş olsaydı varlığı en az 500, 800, 1000 sene sürerdi. Dünya sahnesine çıktığı 120, dünya hegemonyasına soyunduğu 100 ve tekelci hegemonyasını dayattığı 80 sene sonra bugün uçurumun kenarına gelmiş, düşmeye ramak kalmış, köşeye sıkışmış kedi misali her tarafı tırmalayan, dengesiz davranışlar sergileyen, her söylemi ve eylemi derin tezatlar oluşturan, yalancı, sözünün eri olmayan, sahtekar, şantajcı ve freni patlak kamyon misali davranan bir devlet konumuna gelmezdi.  

‘ABD’YE DİRENMEK ONA TESLİM OLMAKTAN KARLIDIR’

Suriye’ye dayatılan uluslararası terör savaşı ve bu savaşa karşı direnen Suriye ve dostları aleme nizam veren Firavun ABD ve şürekasının tarihini allak bullak etti. Irak işgalinden sonra 2004’te Şam’da Esad ile bir araya gelen Eski ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’in duyduğu sözler ABD’nin duvarında ciddi bir delik açmıştı. Esad’ın, “ABD’ye karşı direnmek ona teslim olmaktan daha karlıdır. Suriye’yi Allah koruyor” sözlerini bir cahil cesareti olarak telakki edenler olmuştu. Dünyanın efendisi ABD’ye “neyine güvenerek kabadayılık yapmaktadır” suçlamalarına maruz kalmıştı. Ya efendi Firavuna cariye ve köle, geyşa ve fahişe olacaksın ya da insan olmanın gerekliliğini yerine getirecek onur ve şerefinle mücadele edeceksin. Ya zelil ve onursuz ölecek ya da şerefinle öleceksin. Onursuz, şahsiyetsiz, kimliksiz, vatansız ve devletsiz olanlar bu derin hikmetin manasına vakıf olamazlardı.

Suriye olayları başladığında ABD elçiliği muhalefet liderlerini elçilikte ve evlerinde ağırlamaya, onlar adına beyanat vermeye, Suriye hükümetinin ne yapması gerektiğini pervasızca ifade etmeye, ABD’nin Şam Büyükelçisi Suriye şehirlerinde dolaşmaya, halkı mitinglere katılmaya, korkmadan protesto eylemlerinde yer almaya, teşvik etmiştir. Suriye “elmuamele bilmisil” yani diplomaside “milletler arası hukukta mütekabiliyet" yani senin yaptığını ben de sana yaparım esasına binaen Suriye’nin Washington Büyükelçisi de ABD şehirlerini gezmeye, Suriye asıllı Yahudilerle bir araya gelmeye, sivil toplum örgütleriyle buluşmaya, Kızılderili topluluklarla toplantılar düzenlemeye , siyasi, ispanyol ve farklı azınlıklarla buluşmaya başlar. Üniversitelerde panellere katılır. ABD ve İsrail’in saldırgan, işgalci, talancı faaliyetlerini anlatır. ABD Dışişleri Bakanlığı bir kararnameyle Suriye Büyükelçisi İmad Mustafa’nın (aslen Antakyalıdır) Suriye Büyükelçiliğinden 20 kilometrenden daha uzağa gitmesine izin vermez. Suriye şehirlerini ziyaret eden ve mitinglere katılan ABD Büyükelçisine aynı şey uygulanır. Sokaklara dökülen halkın ABD konvoyunu yumurta ve çürük domateslerle protestolarına müdahale etmez. Büyükelçi apar topar ülkesine çağrılır.

‘SURİYE’NİN KADERİNİ SURİYE HALKI BELİRLER’

22 Ocak 2014’te Suriye’de siyasi çözüm için BM gözetiminde Cenevre’de bir araya gelen Suriye hükümeti adına rahmetli Dışişleri Bakanı Velid Muallim ve muhalefetin sözcüsü ABD Dışişleri Bakanı John Kerry katılmıştır. Efendi Firavun edasıyla ABD heyeti adına konuşan Kerry, Esad’ın olmadığı Suriye’nin ne yapması gerektiğini emretmektedir. Dikkat ediniz yıl 2014 ve Suriye’de gidişat Esad ve hükümeti için iyi görünmemektedir ve Kerry’nin Emevi Camisinde namaz kılmasına ramak kalmıştır. Söz sırası Velid Muallim’e gelir; Muallim direkt Kerry’e hitaben, “Kerry ve dünyadaki herkes bilsin ve söyleyeceklerime tarih ve tecrübe şahittir ki, hiç kimse evet sayın Kerry, hiçbir devlet veya kuvvet bir devletin, liderinin ve milletin hükümetini, anayasasını, kanunlarını veya Suriye’de herhangi bir şeyin meşruiyetini belirleyemez. Bunu sadece Suriye halkı belirleyebilir. Bu onların hakkı ve anayasal sorumluluğudur. Biz burada bu kaderi tayin hakkının sadece Suriye halkına ait olduğunu bir kez daha söylemeye ve teyit etmeye geldik” demiş ve ABD’ye ikinci tarihi dersini vermiştir. Suriye, Türkiye stratejik dostluğu ABD’ye üçüncü tarihi ders niteliğinde olacaktır.