Taksim Cumhuriyet Meydanı

Geçtiğimiz günlerde ansızın ve de habersiz değil, haberli ve de göstere göstere gelen sağanak İstanbul’da pek alışık olmadığımız -ya da yavaş yavaş alışmaya başladığımız - kimi istenmeyen üzücü görüntüleri de beraberinde getirdi. İstanbul’un tam orta yeri Eminönü alt geçidi ile tarihi Kapalıçarşı’daki durum, hiçbir yoruma gerek olmadan her yönüyle bir mega kentin içler acısı yanını ortaya koşmaya yetiyordu. Tanık olanların ifadelerine göre, iki metre suyun içinde yüzen çantalar, ayakkabı ve giysiler, kuyumcu vitrinlerine dek ulaşan sular, zeminde boğulan ızgaralar vs...

Tüm bunlara tüy diken bir de Üsküdar meydanı var ki sormayın. Her yağmurda kara ile denizin eşitlendiği Venedik’ten gayrı dünyanın - hadi biraz küçültelim Avrupa’nın- hiçbir yerinde görülmeyen bir garip manzara. Yol çökmesi ile şehrin orta yerindeki köprü altındaki ölüm ise işin bir diğer üzücü yanı...

Güzelim İstanbul’un gerçek yüzünü görmek için sanırım yağmuru beklemek yeterli... Yağmur hiçbir zaman hatayı affetmiyor... Tıpkı yatakları değiştirilen, imara açılan dere, ırmak, nehir kenarları gibi... Su/doğa, hiçbir şeyi oluruna bırakmayıp hemen rövanşını alıyor. Ama ne rövanş,,,

İstanbul’un tam orta yeri böyleyken, kimileri yinelene yinelene bıkkınlık veren bir geleneği bir kez daha gündeme taşıma gayreti içindeler. Bu gelenekten kentçilik bilinci adı altında rant devşirmek isteyenlere göre; “Taksim Meydanı’nın bugünkü perişan durumdan bir an önce kurtarılması, belediye için kaçınılmaz ciddi bir görev” miş...

Belediye bu kutsal görevi yapmak için kolları sıvamış. Jüriler oluşturulacak, proje yarışmaları düzenlenecek, yüzlerce uzmanın düşünsel katkılarına baş vurulacak, bu arada İstanbulluların da görüşleri alınacak vs... Yani İstanbul’un yeni belediye başkanı İmamoğlu’nun deyimiyle “Şehrin kimliği olan bu meydan kimliksiz bir meydan olmaktan “ kurtarılacak...

Hani deveye sormuşlar... Anlayacağınız onun gibi bir şey... Bu meydan cumhuriyet tarihinin hangi döneminde düzgün oldu ki, şimdi olsun diyesi geliyor insanın ama, eski defterleri karıştırmak ne iş yarar. Önce heykelsiz/ anıtsız meydan olmaz diye İtalyan yontucu Pietro Canonica’ya eser ısmarlanıp yaptırıldı,. Kıyametler koptu. Yıllar yılı Atatürk’ün ardındaki kimi kişilerin kimlikleri saklanıp durdu, bu kişiler son yıllara dek hiçbir ansiklopedide yer almadı. Ardından güzelim kışla yıkıldı, gezi yeri yapılıp onun da önüne heykelsiz bir kaide konuldu. Ama Atatürk anıtından daha yüksek olduğu iddia edilen bu kaidenin üzerinde İnönü heykeli hiçbir zaman yer almadı. Yıllar yılı öylesine bomboş kaldı. Derken 27 Mayıs oldu ve meydanın tam ortasına bir hançer/kama/kılıç (ya da ne derseniz deyin) bir şey kondu. Yıllar yılı - bu garip anıt, hep yerinde kaldı. Sonrasında yapımı yıllar, kullanımı ise çok kısa süren Kültür Sarayı yapılıp kül oldu. Derken gezinin kıyısına, meydanın yanına iki büyük otel yapıldı. Nedense her ikisinin ömrü heykellerden daha uzun oldu. Şimdilerde ise meydanın bir yanında cami, diğer yanında ise kültür sarayının inşaatı yükseliyor. Yani meydan iki yandan kuşatılıyor.

Kısacası Cumhuriyetin Meydanı Taksim Meydanı, kültürel ve politik dinamiklere bağlı olarak belirli periyotlarda değişim-dönüşme uğramıştır. Yıllar yılı bu meydanda değişim adına yapılan her bir girişim, aslında her yeni iktidarın bir öncekine atfettiği bir zafiyete göndermedir.

Eğer Taksim Meydanı’nın bugünkü durumu bir perişanlıksa, yağmura tutsak olan tarihi Kapalıçarşı ile Eminönü alt geçidinin durumuna ne denir? Birileri biraz da buna kafa yorsa inanın “her şey çok daha güzel olur” ...