Taner Akçam’ın olmayan bilim ahlâkı

Taner Akçam, ABD’nin en önemli üniversitelerinden Kaliforniya Üniversitesi’nde (UCLA), ‘Ermeni Soykırımı Araştırma Programı’nın başında. UCLA’daki Ermeni Enstitüsü zaten, sözde soykırım iddialarının merkezi. Tarihsel yalan oradan yayılıyor.
Akçam, akademik hayatını sözde soykırımı kanıtlamaya ayırdı. Çok sayıda kitap ve makale yazdı. O, 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak niteleyenlerin piri konumunda.
Yeni bir kitabı yayınlandı. Adı, ‘Yüzyıllık Apartheid’.
Cumhuriyetin 100. yılına böyle bir tezle saldırmayı tercih etmiş Akçam. Kitabı henüz edinme şansımız olmadı. Okuyunca daha geniş bir eleştiri yapabiliriz.

KANUNSUZ SUÇ OLMAZ

Bu yazımızda Akçam’a çok daha temel bir noktadan itirazımız var.
Öncelikle şunu belirtelim. Akçam’ın sıklıkla kullandığı ‘Soykırım’ ya da ‘Apartheid’ gibi kavramlar, tarihin veyahut siyasetin değil, ceza hukukunun konusudur. Birer suç tanımıdır.
Böyle olduğu için de uluslararası sözleşmeler veya kanunlarla tanımlanmışlardır.
‘Soykırım’ kavramı, ‘kırım, katliam, mukatele’ gibi tarihi ve siyasi kavramlardan farklıdır. Hırsızlık, gasp, cinayet gibi bir hukuk tanımıdır. Birleşmiş Milletler tarafından 1948 yılında onaylanan, 1951 yılında yürürlüğe giren “Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlemesi ve Cezalandırması Sözleşmesi” ile hayatımıza girmiştir.
Tarih üzerine yapılan tartışmalar bir yana, “kanunsuz suç ve ceza olmaz” evrensel ilkesinden hareketle, 1951 öncesi hiçbir eylem ‘soykırım’ olarak tanımlanamaz. Bu nedenle Akçam, sadece ve sadece tarihe çalım atmaya çalışan bir tarihçi konumundadır.
Öyle ki Nazi liderleri bile 1945-46 Nürnberg yargılamalarında soykırım suçundan değil, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları, barışa karşı işlenen suçlar, komplo kurmak gibi iddialarla yargılanmış ve bu suçlardan mahkûm olmuştur. Çünkü henüz ortada ‘soykırım’ suçu yoktur. Ancak 5 yıl sonra böyle bir suç ortaya çıkacaktır.

KANUNLAR GERİYE YÜRÜMEZ

Benzer durum ‘Apartheid’ kavramı için de geçerlidir.
Apartheid, 1948’de Güney Afrika’da, Avrupalı sömürgecilerin kurduğu, beyaz ırkın siyahlara ve diğer renklerden insanlara karşı üstünlüğüne dayanan rejimin adıdır. Hayatın her alanında uygulanan bu sömürgeci, ırkçı ve vahşi rejim 1990’lara kadar varlığını sürdürdü.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1973’te “Apartheid Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme”yi kabul etmiş, 1976’da ise sözleşme yürürlüğe girmiştir.
Yani 1976 öncesi bir uygulama için ‘Apartheid suçunun’ iddia edilebilmesi asgari bir tarih ve hukuk ahlâkınız varsa mümkün değildir.
Son kitabı üzerine Gazete Duvar internet sitesinin söyleşi yaptığı Akçam ise “… 1918’den başlayarak Apartheid sisteminin, nasıl Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bilinçli bir tercihi olarak gündeme sokulduğunu gösterdim.” diyerek, bu ahlâkla uzaktan yakından ilgisinin olmadığını göstermiştir. Yine “kanunların geriye yürümezliği” biçimindeki evrensel hukuk ilkesinden de bihaber olduğunu…

AKIL DIŞI ŞAŞZAMAN

Akçam’ın 1918’den itibaren, Millî Mücadele’den Cumhuriyet’in kuruluşuna, oradan 2023’e kadar 105 yıllık tarihi ‘Apartheid’ olarak nitelemesinde tarih bilimi açısından da akıl almaz bir sakatlık var. 1948’de bambaşka bir coğrafyada, bambaşka tarihi ve toplumsal koşullarda, ta Güney Afrika’da kurulan bir rejimi, geriye doğru işletip Türkiye tarihine teşmil etmenin bilimsel izahı olabilir mi?
En basitinden, Akçam’ın ‘apartheid rejiminin kurucuları’ diye kodladığı 1908 ve 1920 devrimcileri, Osmanlı’nın içinden çıktılar. Onlar Güney Afrika’dakiler gibi Avrupa’dan gelen sömürgeci Beyaz üstünlükçüler değildi. Yani sadece ‘apartheid’ kavramının bu şaşzamanlı akıl dışı kullanımı değil, öz olarak birbiriyle ilgisi olmayan, benzerliği bulunmayan tarihsel gelişmeler arasında kurduğu andırışma da fecaat. Bir sosyal bilimci için en olmayacak şey.

SOYKIRIM TARTIŞMASI MAHKEMEDE ÇÖZÜLDÜ

Elbette Akçam’ın İttihat ve Terakki, Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemine olan düşmanlığına yönelik eleştirilerimiz hukuki ya da yöntemsel tanımlamalarla sınırlı değil. Ancak daha işin başında öyle büyük kusurlar var ki, asıl meseleye gelemiyorsunuz bile. Ne derler; Usul esastan mukaddemdir.
Burada uzun uzun Ermeni Soykırımı’nın siyasi ve tarihi bir yalan olduğu ya da Cumhuriyet’in ırkçılık temeli üzerine inşa edilmediği üzerine tartışma yapacak değiliz. Ermenistan ve Rusya arşivleri başta olmak üzere Kaynak Yayınları o kadar çok kitap çıkardı ki, 1915’in tarihi arka planı büyük oranda aydınlandı. Esasen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülen ve Büyük Daire kararıyla kesinleşen Perinçek-İsviçre ile Ali Mercan/Ethem Kayalı/Hasan Kemahlı-İsviçre davalarıyla Soykırım iddiası tarihe gömülmüştür. Türkiye’yi yönetenlerin hâlâ değerlendiremediği bu kararlar, bir uluslararası içtihat haline gelip çoktan ders konusu oldular.

GAYRİMEŞRU CUMHURİYET

Akçam bahsettiğimiz söyleşisinde 1918-23 döneminin artık Kurtuluş Savaşı değil de ‘apartheid’ rejiminin kuruluşu olarak anılması gerektiğini söylüyor. Belli ki kitabı da bu tez üzerine kurulu. Akçam aynı söyleşide ‘apartheid’ kavramının bir suç olduğunu da belirtiyor. Bu durumda aslında hem Millî Mücadele hem de Cumhuriyet, suç temelinde kurulmuş ve gayrimeşru konuma düşmüş oluyor.
Zaten 1915-1923 döneminin ABD’nin dünyaya dayatmasıyla ‘soykırım’ olarak tanımlanma çabasının altında bu yatıyor. Demek ki tarihin derinliklerinde kalmış bir konudan bahsetmiyoruz. Bugün ABD’nin desteklediği PKK/HDP’nin de Türkiye’nin Anadolu’da ya da Suriye ve Irak’ın kuzeyinde Kürtlere soykırım yaptığı iddiası ve bununla 1915-23 dönemi arasında bir süreklilik olduğuna dair söylemi, fotoğrafı tamamlıyor. Soykırım üzerine inşâ edilen ve bu suçu işlemeye devam eden bir apartheid rejime karşı mücadele haktır. Yani Akçam’ın yaptığı bir tarih tartışması değil, bugünle ilgili bir tavırdır. Akçam “Artık bu yüzyıllık Apartheid ile yüzleşmek ve 'Apartheid’a Son' demek zorundayız. Özgür ve demokratik bir gelecek ancak bu bakış etrafında kurulabilir.” sözleriyle Cumhuriyet’e karşı konumunun altını çizerken, Şeyh Said ve Seyid Rıza gibi silahlı derebeylerinin “Cumhuriyet’in yeni kurucuları olarak tanınmasını” önererek nasıl karanlık bir dünyası olduğunu da itiraf etmiş oluyor. Neyse ki, aslında 23 Nisan 1920’de kurulan 103 yıllık Cumhuriyetimizin temelleri o kadar sağlam ki, ona karşı çabalar sinek vızıltısı gibi geliyor. Yine de bizler buradayız ve bu ülkeyi emperyalistlerin açık ya da örtük istilasına teslim etmeyeceğiz.