Tarih anlayışı -(TAMAMI)

22 Aralık 2012 tarihli Zaman Gazetesi’nin yazdığına göre: Osmanlı Araştırmaları Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof.Dr. Ahmet Akgündüz, yaklaşık 35 yıldır üzerinde çalıştığı “Bediüzzaman’ın Soyağacı” adlı çalışmasını tamamlamış. Ülkenin gözü aydın! Bediüzaman Said Nursî’nin ana tarafından seyyid, baba tarafından şerif olduğunu arşiv belgeleriyle kanıtlamış. Aferin!

Kanıtlamakla kalmamış, bir de “Bediüzzaman’ın Hz.Resulullah gibi bir şahsiyete dayanması, onu Kürtçü, bölücü, devlet ve ordu düşmanı şeklinde tasvir edenlerin duvarlarını yıkacağı ümidindeyim” demiş.

Akla bak, Hz.Muhammed’in soyundan gelenler neden Kürtçü, bölücü, devlet ve ordu düşmanı olmasınlar? Said Nursî’nin özel tarihinde bu illetlerin hepsi var. Demek ki şerbetli değilmiş.

“Seyyid”, efendi bey; ağa, ileri gelen, baş, başkan anlamlarına geldiği gibi, Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hasan’ın soyundan olan kimse anlamına da geliyor.

Doğu Anadolu seyyidden geçilmez. Aralarında birçok haramzâde ve haydut vardır.

“Şerîf”, şerefli, mübârek, kutsal; soylu ve temiz anlamına geldiği gibi, Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere ve Mekke emirlerine verilen bir unvan.

Demek ki şerîfler de Kürtçü, bölücü, devlet, ordu ve Cumhuriyet düşmanı olabiliyormuş.

Ancak anlayamadığımız bir şey var: Bu seyyid ve şerifler Hz.Peygamber soyundan geliyorsa, ya bu adamlar Arap ya da Hz. Peygamber Kürt. Bu işte bir dalavere yok mu?

R. T. Erdoğan’ın tarih anlayışı

Bu gidişle ve pek yakında, Ahmet Akgündüz türünden tarihçiler tarafından “seyyid” ve “şerîf” ilan edilmesi olası R. T. Erdoğan’ın kutsal Konya şehrinde yaptığı konuşmayı anımsayalım:

“Allah’ın izniyle, 2023’te dünyanın ilk 10 ülkesi arasına girme hedefiyle yolumuza devam ediyoruz. Ve hedef 2071. Cumhuriyet’in 100. yıldönümünde, 2023’te ilk 10. İnşallah tarihimizin, o Anadolu yürüyüşümüzün başladığı andan bugüne ve 2071’e yani 1000. yıl dönümüne Allah’ın izniyle o zaman Türkiye işte Selçuklu’daki, Osmanlı’daki o ulaştığı dereceye ulaşacak. Gelişmiş ülkeler küresel finans krizini ağır şekilde yaşarken biz Türkiye olarak istikrarlı bir şekilde yürümeye devam ediyoruz.”

Dil (lisan) tehlikeli bir aygıttır. Sözcükler de son derece tehlikelidir. Hem iletişime yararlar, hem insanları ayrıştırırlar, hem de kullanan öznenin zihniyetini ele verirler.

Bir devlet adamının saplantı halinde, durmadan geçmişten örnekler vermesi, geçmişten hedefler göstermesi onun bir selefî anlayışa sahip olduğunu gösterir. İslâmcı selefîler de aynı şeyi yaparlar. Kendi kendilerine “Biz neden geri kaldık?” diye sorarlar. Sordukları soruya kendileri cevap verirler: “Çünkü yükseliş dönemindeki İslâm anlayış ve inancımızı terk ettik!” O halde, “O halde eski gücümüze kavuşmak için geçmişteki parlak dönemize dönmemiz gerek.”

Arap selefîler, böyle düşünüyorlar, böyle yapıyorlar, ama El Kaide gibi terörist örgütlerden başka hiçbir şey üretemiyorlar.

Laik liseleri, imam-hatipleştirerek, her okulda bir mescit, her üniversitede bir cami açarak, bilim kuruluşlarını medreseleştirerek, Cumhuriyet’in devrimlerini yozlaştırıp yok ederek, bu kafayla ancak ulusal kimlikten yoksun, ekonomisi yerlerde sürünen Selçuklu ve Osmanlı kaosu yaratabilirsiniz.

Osmanlı kafası

Osmanlı’nın kafası vardır ama bilinci yoktur. “Fatih Sultan Mehmet” kitabının yazarı Alman tarihçi Franz Babinger (1891-1967), Doğan Avcıoğlu’nun dediği gibi, biraz da insafsız biçimde, Osmanlı tarihçilerini suçlar:

“Salt eski Osmanlı kaynaklarına dayanılırsa, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun iç ilişkilerinin doğru anlatılması zordur... Askeri yenilgileri süsleyip yengi yaparlar, Sultan’a dalkavukluk eder, ayaklanmalar ve huzursuzluklar karşısında susar.” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, I.Cilt; Tekin Yayınevi, 1978, S.13)

R. T. Erdoğan’ın (varsa) tarih anlayışı da Babinger’in eleştirdiği Osmanlı tarihçiliğinden farksız. Selçuklu ve Osmanlı tarihini güllük gülistanlık sanıyor. Tarihsel dönem bakımından Selçukluları bir yana bırakalım, Osmanlı’nın ekonomide, maliyede, uygarlık, bilim ve teknik alanlarında “cihan birincisi” olduğunu sanıyor.

R. T. Erdoğan ve şürekâsı uykularından, rüyalarından uyanmalı artık: Türklerin kurduğu en büyük devlet ne Hun İmparatorluğu’dur ne de Osmanlı İmparatorluğu’dur. Türklerin kurduğu en büyük devlet, R. T. Erdoğan ve şürekâsının karşı olduğu Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Türkiye Cumhuriyeti ekonomik açıdan ABD, Almanya, Japonya, Çin ve Güney Kore ile yarışır. Yarışmalı! Demokrasi alanında, ABD, Fransa, İngiltere, Fransa ve İsveç ile yarışır. Yarışmalı! Bunu ancak cumhuriyet bilincine sahip bir toplum başarabilir. Başarabileceğini de zaten kanıtlamış durumda.

R. T. Erdoğan’ın değil ama Cumhuriyet’in gösterdiği hedeflere ulaşmak için, öğrenci ve gazetecileri zindanlardan çıkarmak, zindanlara atmamak; gösteri yapanları, Selçuklu’nun Babaîler’i ezdiği gibi ezmemek; öğretmenleri, sendikalı memur ve işçileri, yoksul ve işsizleri, Yavuz Sultan Selim’in Anadolu halkını kırdığı gibi kırmamak gerek.

***

Ülke, Babinger’in kınadığı türden tarihçilerle, gazete yazıcılarıyla dolu. 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ne olduğunu, ne anlama geldiğini bu munkabız tayfasının öğrenmesi gerekiyor. AKP’nin bir mirasyedi gibi satıp savurduğu ne varsa hepsini Cumhuriyet üretti!