Tarih ve yüzleşme

Bu yazı da dün yayınlanan yazı türünden. Yakında yayınlanacak olan Ne Var Ne Yok? Adlı kitabımda yayınlanacak bir yazından alınan bir bölüm. Yazı Halil İnalcık hocanın bir kitabına (Türklük, Müslümanlık ve Osmanlı Mirası) önsöz olsun diye yazılmıştı. Kitap, nedenini bilmiyorum, yayınlanmadı. Benim yazı ortada kalmadı elbette, tamamı yakında adını verdiğim kitapta yayınlanacak.

***

[Bir süredir bizlere "Tarihinizle yüzleşin! Tarihimizle yüzleşelim!" diyorlar. Tarihimizle yüzleşmeden demokratik bir toplum olamazmışız. Ama tarihin kendisi de, tarih yazmak da, tarih okumak da geçmişle yüzleşmektir. Yüzleşmek iyi de, hangi amaçla yüzleştiriliyoruz!

Zaten yüzleşme, yüzleştirme ve yüzleştirilme eyleminde bir suç, bir suç şüphesi ve bir tür ön yargılama vardır. Ve elbette bu eylemlere hedef olan özne ve nesnenin "inkâr"ı söz konusudur.

Bu nedenle "Tarihinizle yüzleşin!" demek, "Başkalarının sizin için verdiği kararla yüzleşin ve onu kabul edin!" anlamına gelir ki tarih hiçbir şey hakkında karar ver(e)mez, sadece olguları tasvir eder. Tarafsız tarihçi de karar ver(e)mez, o da olguları tasvir eder ve anlatır.

Son zamanlarda "Tarihinizle yüzleşin!", "Tarihimizle yüzleşelim!" diye ümüğümüzü sıkanların belki kartvizitlerinde tarihçi yazıyordur ama kendileri olsa olsa kasaba dava vekilleridir ancak!

İnalcık Hoca, "İyi tarihçi kimdir? Ranke'nin söylediği gibi 'Nasılsa öyle gösteren' midir?" sorusunu şöyle yanıtlıyor:

"İyi tarihçi iyi imajinasyonu olandır. Vesikalar size tarihi tamamıyla vermez. Siz bir sahne yaratmalısınız. Tarihi önce aklınızda canlandıracaksınız. Ben tarihçiliği edebiyatla, hayal kuvvetimle birleştirdim. Kaynakların söylemediği tarihe hayal gücümle gittim. Ama asla belgelerin söylediğini bozmadan. Eğer benim tarihçiliğim farklıysa, bundandır. Baudelaire 'Geçmişi canlandırma gücü için vesikalar yetmez,' der. Benim yaptığım iş puzzle yapmaya benzer. Elinizde sikke, bir belge, berat, ferman vardır, ama bütün parçalar yoktur."( Milliyet Cadde 34, 16 Kasım 2009).

Ben "Tarihçi tasvir eder" derken kuşkusuz sadece gördüğünü betimler, tarif eder, tasvir eder anlamında kullanmamıştım. Ama doğrusunu İnalcık Hoca söylüyor: Tarihçi üstün imgelem gücünü kullanarak olguları betimler, tasvir eder, diyor.

Tarihi edebiyatla, hayal gücü ile birleştiriyor.

Tarihe ceza yasasını uygulamıyor.

Tarihçi hoşgörülü olmayabilir ama tarafsızdır. Engizisyon yargıcı değildir!

Yeni Osmanlıcılık'ın ortalığı kasıp kavurmaya başladığı bir dönemde İnalcık Hoca'nın Hızır gibi zuhuru bizim için cankurtaran simidi oldu. Osmanlı'yı ütopyadan, mesel ve menkıbelerden, ideoloji tarihçiliğinden arındırıp karşımıza anadan üryan çıkardı. İşte o zaman Osmanlı'nın ütopyaya, mesel ve menkıbeye ihtiyacı olmadığı ortaya çıktı. Osmanlı tarihinde, Osmanlı deneyiminde bizim köklerimiz vardı. Cumhuriyet devrimi bu kaynaklar, bu köklerden kopmayı, koparmayı hedeflememiştir: hedef ütopya, ideoloji, mesel ve menkıbedir.

Ben kendi adıma işte o zaman rahat ettim. Çünkü İnalcık Hoca'nın tarih anlayışı her türlü selefîliği yani geçmişin modellerinin körü körüne tekrarını, taklit edilmesini reddediyordu. Bu, benim gibi ezelden beri selefî anlayıştan bucak bucak kaçan biri için yürek ferahlatıcı bir durum.

İnalcık Hoca'nın özgeçmişinin bence en önemli özelliği: Gazi İlkokulu'ndan başlayıp Sivas Öğretmen Okulu ile Necatibey Öğretmen Okulu'ndan geçerek Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne varan süreç. Cumhuriyet aydınlanmasının kaynağında öğretmen okulları vardır. Güzergâh bu okullardan başlar. Cumhuriyet kültürünün kurucu taşları bu okullardan mezun olmuş ve geleceği kurarken geçmişin sağlam tuğlalarından yararlanmayı bilmiş ve becermişlerdir.

Böyle olmasaydı, postmodernist zamane tarihçilerini değerlendirirken "Son kuşak 'modelci' tarihçilerin ortaya koydukları eserleri, ne gerçek tarih ne de gerçek sosyoloji sayabiliriz. Herhangi bir tarih yorumunda, kurum ve davranışları, günümüz üslûp ve kavramlarına indirgeyerek anlatmak, ileri-modern tarihçilik gibi algılanır olmuştur" demezdi.

Şu gözlemi birlikte okuyalım: "Diğer yandan Osmanlılar da Avrupa'da sistemli olarak Protestanları, Kalvenistleri desteklemişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nda pragmatik düşünceli bürokrat devlet adamları, devletin menfaatlerini her şeyin üstünde tutarken, İslâmî ideolojiyi temsil eden ulema, Batı ile yakınlaşmaya karşı çıkmıştır. Başka deyişle, bugün Türk dış politikasında pratik zaruretleri göz önünde tutan bürokratik yaklaşımın tarihî kökenleri buradadır."

Artık Kemalist niteliklerinden söz etmemiz olanaksız olan günümüz bürokrasisinin bile "Avrupa Birliği'ne girmemizin önündeki en büyük engel bürokrasi elitleri"dir suçlamasının nedenleri anlaşılmıyor mu?

1699'da Karlofça Barışı'nı imzalayan Râmî Mehmet Paşa'nın, sadrazam olarak iktidara gelmesi Osmanlıların Batı uygarlığına yöneliş hareketinin başlangıcıdır. Bundan sonraki dönemde ulemanın ve gelenekçi toplumun direnci karşısında, ilk Batıcı bürokratlar en gerekli alanlarda, askerî teknoloji sahasında reform hareketlerine girişebildiler. Ulemayı ikna için İslâm'ın şu kuralına baş vurmuşlardır: Kendini korumak için düşmanın silâhını almak, kâfiri taklit etmek değildir ve Şeriata uygundur.

Buradan kolayca Türk-İslâm sentezi hurafesine ve bu hurafenin "Batı'nın teknolojisini alalım ama gelenek ve göreneklerimize sahip çıkalım" safsatasına ulaşabiliriz.]

***

Bu yazıyı galiba 2-3 yıl önce yazmıştım. "Tarihle yüzleşin" derken, "Ermeni Soykırımı'nı ulus ve devlet olarak resmen kabul edin" demeye getiriyorlardı.

Ne oldu? AİHM, Dr.Doğu Perinçek/İsviçre davasında, Dr.Perinçek'i mahkum eden İsviçre mahkemesinin aleyhine karar verdi ve dolayısıyla "Soykırım" sözcüğünün kullanılmasını reddetti.

Tarihle yüzleşme faslında Dr.Perinçek'i ırkçılıkla, şovenlikle suçlayanlar, şimdi kendileriyle yüzleşmek zorundalar.