Tarih yazanlar tarih oluyor...
Hep arayıp da yanıt vermeyen dostlarından söz ediyordu... Ama yine de onları hiç unutmuyor, aramasa da arar gibi yapıp geçmişe duyulan özlemini çelme takılmış yalnızlığının içinde tutmaya çalışıyordu.
“Bazen çok canım sıkılıyor, telefonu elime alıp bir dostu arama ihtiyacı duyuyorum. Ancak, bir bakıyorum ki arayacak hiç bir dostum kalmamış... Ama yine de; Lütfü (Akad) abiyi. Atıf’ı (Yılmaz), Bülent’i (Oran), Orhan’ı (Aksoy), Nejat’ı (Saydam) kısacası hatırladığım her birini, yanıt vermeyeceklerini bile bile arar gibi yapıyorum... Yalnızlığın kuşattığı bir yaşta olmak çok zor...”
Her görüştüğümüzde, özünde hep dibe vuran bir yalnızlığın öne çıktığı konuşmalar yapar, eski dostlarından bol bol söz edip, onlara ilişkin anılarını anlatırdı...
Sanırım artık telefon eder gibi yapmaya gerek yok. Onların arasında...
Geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrılan bir bakıma sinemamızın senaryo fabrikası ya da lordu olan Safa Önal’dan söz ediyorum... Sinemaya ilgi duyan çoğu kişinin tanıdığı o; hırçın, kızgın, huysuz ve de öfkeli adamdan... Ya da izlenen her on Yeşilçam filminin beşini yazan adamdan. (Diğerlerini ise Bülent Oran ile Erdoğan Tünaş yazdı)
Öfkesi de, hırçınlığı ve de huysuzluğu da sinemaya verdiği onca emeğinin karşılığını alamamanın zaman içinde aşınan ya da incinen gururundandı. Katıldığı her bir etkinlikte bu yanını sergilemekten kaçınmaz, çoğu zaman etkinliğin yapılmasını zora soktuğu gibi en yakın dostlarının kırılmasına da neden olurdu. Ancak, kısa bir süre sonra pişman olur, kırdıklarını tek tek toplayıp yapıştırmaya çalışırdı. Öfkeli olduğu kadar naif, huysuz olduğu kadar duygusaldı... Yeşilçam’a ait onca anının öznesi konumunda olması da bu yüzdendi...
Yaşamının son yirmi ya da çeyrek asrını, yapacağı filmin finansmanını aramakla geçirdi. Neredeyse tüm Yeşilçam’ın oyuncularını bir araya getirdiği jübile filmi “Hicran Sokağı” bile onun film yapma isteğini bitirmemiş, ondan sonra da sponsor arayışı içine girerek değişen sinema anlayışına rağmen hala söyleyecek bir sözü olduğunun peşinde koşmuştur. Öfkesi de, hırçınlığı da ardından koşup bir türlü yakalayamadığı bu isteğini gerçekleştiremediğinden dolayı idi…
Safa Önal’ın bir yaşama sığdırdığı 400’e yakın senaryosundan, yazdıklarının inanılmaz görülüp Guinness Rekorlar Kitabı’nda yer alışının öyküsünden, onca filmin yönetmenliğinden, bir o kadar da yapımcılığından ya da başyapıtı olarak kabul görülen Vesikalı Yarim filminden söz etmeyeceğim... Bilen bilir zaten... Bilmeyenler için ise çok geç artık...
Kısacası Safa Önal Yeşilçam’ın ustalarından ya da her yitirilen ünlü sanatçının ardından tanımlanan duayenlerinden biri değildi. O kelimenin tam anlamıyla Yeşilçam denenen bizim sinemamızın temel direklerinden, taşıyıcı son kolanlarından, dahası; Yeşilçam’ı Yeşilçam yapan bir avuç yaratıcıdan biriydi.
Böylesine bir kişinin kaybı, sinemaya gönül verenlerin anılarından, yaşanmışlıklarından da bir şeyleri alıp götürüyor... Bir yanımız eksik kalıyor... Kısacası Yeşilçam’ın tarihini yazanlar da gün gelip tarih oluyor...
Işıklar içinde çalıştı, çabaladı... Sanırım ışıklar içinde de yatar…