Tarihi çarpıtmak (3) -(TAMAMI)

Osmanlı döneminde devletin Kürt uyrukla (tebaa) ilişkisi aşiret beyleri (mirleri) aracılığıyladır. Devletin Kürt beyleriyle ilişkisi, bir büyük devletin beylerle yaptığı eşitlik ilkesine bağlı bir sözleşme değildir. Öyle bir iddia gülünç olur. Tam tersine Kürt beyleri İdris-i Bitlisî aracılığıyla Osmanlı sultanına biat etmeyi, hizmet etmeyi gönüllü kabul etmişlerdir.

Bir yanda emperyal bir devlet, bir yanda hiçbir hükmî varlığı olmayan bir aşiret topluluğu vardır. Devlet, uslu durmaları koşuluyla beylere bir tür imtiyaz vermiştir. Bu imtiyazların kötü kullanılması ya da isyan durumunda ilgilileri cezalandırmıştır.

Bu ilişki 1515 yılından 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı’na kadar devam etti. Daha sonra, çağdaşlaşma bağlamında, siyasi, mali, hukuki ve idari düzenlemelere gidildi. 1856 yılında tapu teşkilatı kurularak Osmanlı toprak düzeni değiştirildi.

Tanzimat Fermanı, Kürt beylerinin ortadan kaldırılmasına yol açıyordu. 1515 ile 21 Mart 1937 yılları arasında 33 Kürt beyi isyanı olmuştu. Bunun sadece üç tanesi, Baban Aşireti, Abdurrahman Paşa İsyanı (1806); Mir Muhammed (Soran) İsyanı (1833/1837;1. Han Mahmud İsyanı (1838) Tanzimat öncesinde oldu. Üçü de devlet otoritesinin zayıfladığı 1800’lü yıllarda.

Bu isyanların tamamı ayrılıkçı ve ayrı devlet kurma amaçlıdır.

1515-1856 yılları arasında Kürt aşiretlerinin beyler tarafından özerk olarak yönetildiği kabul edilebilir. Ama bu nasıl bir özerkliktir, günümüzde örnek olabilir mi? İncelenmesi gerekir.

***

3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos Antlaşması ile Kürt adı ilk kez bir uluslararası antlaşmaya girdi. Bu antlaşmanın 16.maddesinde şöyledir: “Osmanlı Devleti, Kürtlere ve Çerkeslere karşı Ermenilerin güvenliğini sağlamayı garanti eder.”

Bu cümle, daha sonra, 13 Haziran 1878 tarihli Berlin Antlaşması’nın 61.maddesine aynen girdi. Başka bir deyişle, Kürtler ve Çerkesler sayesinde, Ermeni sorunu uluslararası plana çıkmış oldu.

10 Ağustos 1920’de imzalanan Sèvres Antlaşması’nın 62, 63 ve 64. maddelerine göre doğu Anadolu’da bağımsız bir Kürt devleti kuruluyordu.

Kürt beyleri 1919-1924 yılları arasında, Kurtuluş Savaşı döneminde, 5 kez isyan ettiler.

24 Temmuz 1924 tarihinde imzalanan Lausanne Antlaşması’na göre kabul edilen sınırlar içinde kalan Kürt aşiretleri Türklerle birlikte çoğunluk olarak kabul edildiler.

Kürt beyleri, şeyhleri 13 Şubat 1925 Şeyh Said isyanı ile 21 Mart 1937 Dersim isyanı arasında 21 kez isyan ettiler. 1804-1937 arasında 34 isyan.

***

Kürdistan Teâli Cemiyeti: 34 Kürt feodal ayaklanmasının arasına 30 Aralık 1818’de kurulan Kürt Teâli Cemiyeti (Kürdistan Yükselme Derneği) girer. Kürt feodalitesinin İstanbul’da yaşayan burjuva-aydın temsilcilerinin kurduğu bu siyasal dernek bağımsız bir Kürt devleti kurulması amacı güdüyordu. İngiliz devlet yetkilileri ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile ilişkileri bulunmaktaydı. Kendisinden önceki isyanlardan ilham alan bu dernek, kendisinden sonraki bütün isyanların esin kaynağı olmuştur. Sèvres Antlaşması ile sonuçlanacak olan Paris Konferansı’na, “Boş Herif” (Beau Chérif) denen Kürt Şerif Paşa’nın “Kürt Muharrahası” olarak katılmasını kabul etti. Şerif Paşa, Ermeni murahhası Boğos Nubar Paşa ile anlaşmış olduğu için, yapılan yorumlarda, Kürtlerin Ermenistan kuruluşunu tanıdıkları, Türklerin Kürtler adına konuşma sahip olmadıkları ileri sürülüyordu. (Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt II, Hürriyet Vakfı Yayınları, S.195-196)

***

Müdafaai Hukuk Hareketi ve Cemiyeti: Müdafa-i Hukukçu Kürtler, Kürt sorununu Misak-i Milli çerçevesi içinde ele almışlardır. “Kürt halkı” ya da “milleti” milli kurtuluş hareketinin yapısal bir öğesi olarak kabul edilmiştir. Bu tez özellikle İngiliz politikasına, İstanbul hükümetine ve yine özellikle Kürdistan (ya da Kürt) Teâli Cemiyeti ile çevresindekilere karşıydı. (age. s.199)

***

Erzurum ve Sivas Kongrelerine, Müdafaa-i Hukukçularla birlikte hareket eden bazı Kürt temsilciler katıldı. Büyük Millet Meclisi’nin açılışında aynı Kürt temsilcileri yer aldı.

Kurtuluş Savaşı sırasında, Mustafa Kemal Paşa, ortak vatanı kurtarmak için birlikte mücadele edildiği yönünde demeçler verdi. 1921 Anayasası’nın 11.maddesinde illerin şuralar marifetiyle yöneticeği yer aldı. Bu madde, günümüzde “Kürtlere Özerklik verildi” şeklinde yanlış yorumlanmaktadır.

Doğu Perinçek’in bu dönemi ele alan Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası (Kaynak Yayınları, 1999, 2.Basım) adlı kitabının bu konuda yazılmış en mükemmel bir eser olduğunu belirtmek isterim. Mutlaka okunmalı.

10 Şubat 1922 günü “Kürdistan’a Özerklik” adı altında bir yasanın kabul edildiği iddia edilir ama böyle bir yasanın kabul edildiğine dair herhangi bir kanıt ve kayıt bulunmamaktadır. Kabul edildiği iddia edilen yasanın 15. maddesi şöyledir:

“Türkçe, yalnızca Kürt Millet Meclisi’nde, Valilikte ve Hükümet idaresinde kullanılır. Bununla birlikte Kürtçe okullarda öğretilebilir ve Valilik, ilerde Hükümetin resmi dili olarak tanınması yönünde herhangi bir talebe temel oluşturmamak şartıyla Kürtçe kullanmayı özendirebilir.” (Kurtuluş Savaşında Kürt Politikası, s.281)

***

“18 maddenin içeriğine bakınca, ilk göze çarpan, kanun dilinin olmayışıdır. Bu, bir kanun metni değildir. Öyle anlaşılıyor ki, bu istihbaratı İngiliz Büyükelçiliği’ne ulaştıranların elinde bir kanun metni yoktur, ağızdan öğrenilenleri bildirmektedirler.” (age.s.282)

Kısa da olsa ciddi bir araştırma, Altan Tan’ın “Kürt Sorunu”nun gerçeklerden çok yalanlara ve söylentilere dayandırıldığını kanıtlamaktadır. (Devam edecek).