Tarihin ereği şimdidir

Tarihe geçmişten bakanlar, anlatmakla yetinir ve onu tekerrürden ibaret görür. Aslolan ona şimdinin sorularını yönelterek onu bugünden anlamak, ibret almak ve gelecek tasarımı için ondan yararlanmaktır. Mehmet Âkif, tarihi anlamayı öneren bir dörtlüğünü şöyle bitirir:

'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Şair; Annales Okulu'nun tarihe yöntem getirme girişiminden kırk yıl önce, tarihi anlama ve tarihe soruyla yaklaşım ilkesini çok yalın biçimde ortaya koyar.  Çünkü arkasında, her ne kadar farklı, dahası birbirine karşıt yönsemeler içindeyseler de, geçmişe mazi demeyip ondan bugünü çıkarmaya çalışan koskoca Tevfik Fikret ve Tarih-i Kadîm vardır. Gerçek şu ki, yaşadığı çağa kendi gücünce ivme kazandırmak isteyen her kişi geçmişe ve geleceğe bakmak, son zamanların moda deyimiyle, gelenek icat etmek zorundadır. Başka deyişle, gelenekten kopuş ilkesi, yanı sıra geleneğe yaslanma zorunluğunu dayatır. Bu, Marx'ın öngördüğü, atabileceğin adımı doğru ölçme ilkesinin tutucu ve ürkek ifadesidir.

GELENEK VE YENİ YÖNTEM

Başta March Bloch ve Lucien Fèbvre, ardı sıra Fernand Braudel ve ötekiler olmak üzere Annales tarihçileri, kahramanların ve önderlerin yanı sıra toplumun ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal birikimini bütünlüklü olarak ele almayı, tarihi bu yönde sorularla anlayıp yorumlamayı amaç edinerek anlatıya karşılaştırmalı yazım yöntemini getirdiler. Bloch, Tarihin Savunusu'nda (Biret ve Toplum Y., 1985, çev.: M. A. Kılıçbay),  tarih yazımında olaylara ve nedenlerine "önceden aksiyom konamayacağını" belirterek gelenek ve miras ilişkisi için şu saptamayı getiriyor:

"Geleneğe en fazla bağlı dönemlerde, aynı zamanda, gerçek mirasa karşı en serbest davranışlar gelişiyor. Karşı konulamaz bir yaratma ihtiyacının çok özel bir intikamı olarak, geçmişe tapınmanın sonucunda, doğal olarak geçmişin icadı noktasına gelinmiştir."

TONGAYA BASMAK

Türk Devrimi'ni yıkma çabaları 70 yıldır öyle çapraşık süreçlerden geçti ki her türlü yıkıcı niyet ve saldırıyı bir karşı hücumla savuşturma arayışları -çok önemli ve güçlü aşamalardan geçmekle birlikte- güncel ittifak zeminlerinin dayanıksızlığı nedeniyle başarısız kalınca köklü vuruş için dönüp yeniden tarihe bakılmıştır. Ne ki yurtsever iyi niyetlerle son bakışta tongaya basarak tarihi yanlış yorumlamak olasılığı yok değildir. Bloch'un tam da bu noktada uyarısı çok çarpıcıdır: "Yanlış anlaşılan tarih, eğer bundan kaçınılmazsa, sonunda daha iyi anlaşılmış tarihi de kendi iticiliğinin içine sürükleyebilir."

Hakçası şu saatte tarih bizi aldattı! demek, ne hünerdir ne de özür... Artık ne ülkenin takati kaldı ne de halkın tahammülü... 

DUVARCILAR NERDE?

Bloch, bir yerde, Seinobos'tan alıntıyla, "Kendine soru sormak çok yararlıdır, ama bunları yanıtlamak çok tehlikelidir" diyerek sormanın fizik açısından olduğu kadar, şiir açısından değerini ima ediyor; işgal altındaki Fransa'da şiirin tarih için anlamını vurgulamaktan kendini alamıyor: "Bilimimizin şiirsel yanını atmaktan kendimizi koruyalım." Doğrusu, siyasal âmentülerle sabah akşam iman tazelemek varken, şiirsel sorularla ikircimi seçmek açıkçası akla zarar demektense soralım: "Okuyan İşçinin Soruları"nda Brecht'in yaptığı gibi, aklımızın kimyasını düşmanın ayartıcı karanlığından korumak ve doğal zihin bağışıklığımızı pekiştirmek üzere kafayı cesaretle aydınlıkta sürekli sorularla yıkamak mı daha yararlı yoksa 32 beyit bir makam aynı teraneyi bellemek mi? Şöyle diyordu Brecht'in işçileri:

Ne oldular dersin duvarcılar

Çin Seddi bitince?

SORARKEN ÇUVALLAMAK

Şu da var ki, yakıcı güncelliğe kapılmak her zaman yaratıcı ve yapıcı sonuç vermiyor. Sorma becerisine de pek güvenmemeli. Bazen sorarken  çuvallıyor, yanıtlarken kırıp döküyorsunuz. Her şeyden kuşkulanma ilkesi yüzünden, şu soruların yerinde sorulduğu konusunda doğrusu pek kuşkuluyum:

Ortadoğu petrollerini ele geçirme niyetiyle dünyaya savaşa açan Alman emperyalizminin koçbaşı olarak orduyu Sarıkamış, Yemen, Galiçya şeytan üçgeninde Feldmareşallerin emrine verip telef eden Talat, Enver, Cemal üçlüsü 1914'te kime karşı kimden kurtulmanın hangi ulusal savaşını başlatıyor?

Sahi, Abdülhamit'in düşmana uyguladığı sansür aşısını dost için düşünürken, aklı tehlikelerden korumaya kaç doz gerekiyor?