Tarihteki ilk toplu iş sözleşmesi
Bundan uzun bir süre önce Kütahya Müze Müdürlüğü yapmış olan Metin Türktüzün o yıllarda yaptığı bir açıklamada Osmanlıca’dan Türkçe’ye çevrilen Arkeoloji Müzesi arşivlerindeki sicillerde (Osmanlıca Mahkeme kayıtları) Kütahya’daki çini atölyesi sahipleri ile bu atölyelerde çalışan kalfa ve çıraklar arasında 1776 yılında imzalanan ve günümüz toplu iş sözleşmeleri niteliğinde bir belgeye rastladığını açıklamış ve belgenin resimlerini yayınlamıştı.
OSMANLI İNGİLTERE’DEN ÖNDE
İngiliz Sosyal Bilimler Enstitüsü tarihteki ilk toplu iş sözleşmesinin 1815 yılında İngiltere’de imzalandığını iddia etmişti. Oysa müze arşivinden çıkan belgenin imza tarihi ise bunda tam 49 yıl öncesine ait. Bulunan belge 13 Temmuz 1776 tarihinde Kütahya Eyalet Divanı toplantısında dönemin valisi Ali Paşa huzurunda eyalet çavuşlarınca imzalanan tutanakta kalfa ve çırakların hangi iş karşılığında ne kadar ücret alacağı belirtiliyor. Toplusözleşme kalfaları günde 150 “has fincan” işlemekle yükümlü kılıyor. Atölye sahibi ustaların da kalfalara 150 has fincan karşılığında 60 akçe ücret ödemesini şart koşuyor. Sözleşme çıraklara da günde 100 “bayağı fincan” yapmaları yükümlülüğü getiriyor. Çıraklara yaptıkları bu işin karşılığı 24 akçe verilmesini öngörüyor. Sözleşmenin yaptırımı da var. Madde diyor ki: “Kalfa ve çıraklar belirtilen hükümler dışında bir istek de bulunmayacaktır. Kalfalar ve çıraklar Kütahya’daki 24 işyerinden başka işyeri açamayacaktır. Kalfa ve çıraklar belirtilen düzeni bozmaya kalktıklarında ölüme bedel kürek cezasına çarptırılacaktır.” Belgede tarafları temsil eden kişilerin adı ve sözleşmenin kapsamı tek tek açıklandığı, her ne kadar günümüzdeki grev hakkı ile kıyaslanamayacak ağırlıkta bir yaptırım koşulu da konulduğu için bu belgeyi çalışma yaşamı için çok önemli bir belge olarak kabul edebiliriz.
1776’DAN 2015’E FAZLA DEĞİŞİM YOK
Bu belge büyük olasılıkla Osmanlı’da esnafın örgütlendiği Lonca örneğinin bir ürünü. Bu belge ile esnaf hem kendi çalışma yaşamını, bir yandan rekabeti koruyarak diğer yandan verimli çalışmayı sağlamak amacı ile kalfa ve çırakları iş güvencesi vererek, sağlamaya çalışmış hem de çalışma ortamına barış getirmeyi amaçlamıştır. Sözleşmenin yaptırımı günümüz koşullarına göre kabul edilemeyecek kadar ağır ise de amaç sanırım akde vefayı (pacta sund servanda) sağlamaktır. Burada ilginç olan çalışma yaşamımızda 239 yıl ara ile müthiş benzerliklerin bulunması. Örneğin sözleşme Valinin huzurunda imzalanıyor. Günümüzde de toplusözleşme belgeleri Çalışma Bakanlığı’nın gözetiminde oluşturuluyor. Yani devletin sözleşme özgürlüğüne müdahalesi 239 yılda hiç değişmemiş. Belge sözleşmeden yararlanacaklara rekabet yasağı getiriyor. Aynen günümüz İş Yasası’nda çalışanlara sır saklama ve rekabet etmeme yasağı getirildiği gibi.
SÖZLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ O GÜN DE YOK BUGÜN DE YOK
Bu belge nedeni ile günümüzde sözleşme özgürlüğünün yokluğuna yeniden değinmek gerekiyor. Devletin toplusözleşme düzeninden elini çekmesi gerekir. Osmanlı’da valinin, günümüzde bakanlığın gözetiminde toplusözleşme yapmak hangi özgürlük kavramı ile bağdaşır? Yetki için barajları, bakanlığın yetkili sendikayı belirlemesini mutlaka kaldırmak, bu nedenle 6356 sayılı yasanın 43. maddesini değiştirerek çoğunluğa itiraz halinde, en demokratik yol olan, referanduma gidilmesini sağlamak gerek. Sözleşme düzenini grev yasaklarından kurtarmak gerek. Tüm bunları sağlamak ve işçi hareketinin hak arayışını demokratik bir düzlüğe çıkarmak için yasaların değiştirilmesi gerek ama bunu kim yapacak? İşçi hareketimiz işçiyi siyasetin dışında tutarak kendi bindiği dalı kesiyor. Hiç kimse bugün işçi hareketimizin haklarını özgürlük içinde koruyabildiğini söyleyemez. Küçük bir azınlığın dışında milyonlarca işçi işverenlerin merhametine terkedilmiş durumda. Türk-İş’in, Hak-İş’in ve üye tabanı olmayan ama doğru şeyler söyleyen DİSK’in çok ciddi bir özeleştiri yapması ve çalışanların bu açmazdan kurtarılması gerek. Acaba Türk-İş, Genel Kurul sonrasında bir uyanışa öncülük yapacak mı? Yaşarsak göreceğiz.