Tarık Akan’la Yort Savul!
Halkı olmayan aydın var mıdır? Peki ya aydını olmayan halk? Olabilmesi için işgücünde kol emeği ve kafa emeğinin birbirine katışıp aynı bireyde tekleşmesi gerekiyor. Bu, insan için sonsuz bir erek, hep ulaşmak üzere peşinde koşulan bir düş. Ama nasıl da güzel, nasıl da isteklendirici...
“İnsan, istemeyi bir istek olarak üreten varlıktır” diyor Hegel. Birini sevmek istiyorsunuz, ne güzel! İyi de bunu kediniz de yapabiliyor. Kediniz ansızın derin bir istekle size yöneliyor, ellerinizi, yüzünüzü yalamaya başlıyor...
Bir de var ki, soğuk durduğunuz bir kişi ya da olay için kendi kendinize istek uyandırmaya çalışıyorsunuz. Tiyatrodan hoşlanmadığınız halde, onu istemek için kendinizde istek yaratıyorsunuz, hemen çalışmaya başlıyorsunuz. Okumayı sevmiyorken bir karar verip kitap sevgisini üretiyorsunuz. Hegel’in tanımıyla söylersek, istemeyi istiyorsunuz.
Bir de bakmışsınız, onca düşünsel ve bedensel çabaya karşın birçoğuna ulaşamadan ömrünüz, Tevfik Fikret’in dediği gibi, kovaladıkça kaçan düşler peşinde nice istek için istek doğurmakla geçmiş. İşte insan, doğada kendi dışında hiçbir varlıkta olmayan bu yeti sayesinde sürekli yeni istekler yaratıyor, keşfediyor, ilerliyor, derken hadi yeniden ve taptaze istekler istiyor.
HALKINDA İSTEK ÖREN ADAM
Tarık Akan, tersliklere, olumsuzluklara hiç aldırmadan kendini usulca, yeni ve capcanlı isteklere, açık ama belli etmeden atan adamdı. Sinemada milyonların sevgilisi olmayı başarmışken, kitlelerde kendileri için bir şey yapma isteği uyandırmak üzere, kendine ömür boyu yetecek ama ölümsüzlüğe eşitlenecek bir istek üretti: Seyircisiyle tekleşen, halkıyla aynılaşan bir sanatçı olarak, halkının isteğiyle kendi isteğini 40 yıl boyunca aynı ereğe, önce 12 Mart, ardından 12 Eylül cuntalarınca tarihinden koparılan bir halkı yeniden kendine taşımak...
Cemil Meriç’in şu anlamda bir sözü var: Tarihinden kopan bir ülke ve halk her türlü serüvene sürüklenebilir. Gerçekten 12 Eylül sonrasında oluşan halk ve aydın kopuşması, tarihsel gerçekliğinden kopartılışla eşzamanlı gelişiyordu. Tarık Akan’ın kişiliğindeyse halk kendi güç ve zayıflıklarını bire bir görüyor, onunla aynılaşma, acıyı ve sevinci onunla tatma isteğini duyumsuyordu. Tarık Akan, bu duygu ve bilinç özdeşleşmesini, 13 Aralık 2012’de hedefe doğrulmuş tek bir öznede yaratmıştı: Halkında kendine ve tarihe dönüş için istek ören adam. Tarık Akan, Silivri’de barikatları omuzladığında, bütün omuzları kendi omzunda toplamıştı.
KUNDAKÇI KİM?
Cemil Meriç’in aklımda şöyle kalan bir sözü daha var: Bütün herkes ona sataşıyorsa ne devlet! Şunu demeye çalışıyor: Yandaşı olsun, karşıtı olsun, herkesi buluşturacak bir hakikati var onun.
Tarık Akan; ülkemize 1945’lerden beri, Soğuk Savaş süresince, handiyse 70 yıldır yaşatılan yangınların kundakçısını bir daha ve apaçık gösterdi: Emperyalizm. Son kundağın FETÖ olduğu ise artık bütün dünyanın bilgi hanesinde... ABD’ninse yakında uluslararası itirafnamesinde yer alacak. Tarık Akan , kundakçıyı bozguna uğratacak gücü de halkı ve gençliğiyle aynı anda haykırdı: Mustafa Kemal’in askerleriyiz!
Halkı Tarık Akan’la kenetlenmesini dün bir kez daha gösterdi: Hep aramızdasın, hep seninleyiz, başlattığın uzun yürüyüşte seninle yürüyoruz; yeni bir güneş doğacak ülkemizde, doğacak güneşi görüyoruz.
Ece Ayhan’ın komutuyla hazıroldayız: Yort savul! Ve Dağlarca’ya birlikte sesleniyor, ilerliyoruz: Yürü sen, Türk olmak yürümek demektir.