Tarımı öldüren Türkiye’yi öldürür!
Yalnız salgın ve küresel durgunluk açısından değil, ödemeler dengesi ve istihdam açısından da tarım, kilit sektördür. Dahası tarım, gıda güvenliğinin ve sağlıklı beslenmenin de anahtarıdır. Bu anahtarı ve bu kilidi doğru bir gümrük ve rasyonel bir dış satım politikasına bağlamazsak, bugün olduğu gibi ekilen topraklar erir, topraktan geçinen nüfus azalır, iki yakamız bir araya gelmez ve de marketlerde fiyatlar alır başını gider…
MİLLİ TARIM POLİTİKASI KURULTAYI
Türkiye ezelden beri bir tarım ülkesidir. İmparatorluktan gelen birikimle Mithat Paşa, kooperatifleri kurmuş izleğinde ziraat işlerine katkı sağlayacak bir banka oluşturulmuştur. Cumhuriyet devriminin en görkemli yapıtları tarım alanında yükselmiş, Atatürk Orman Çiftliği gibi bir eserin yanı sıra Gazi, örnek köy projesiyle de gelecek kuşaklara doğru yolu göstermiştir. Bugün siyasetin başlıca ayrım noktası milli tarım politikasını savunmaktır. Örneğin, Amerikan yapay tatlandırıcı şirketinin faaliyetlerine ülkemizi açarak, şeker fabrikalarını kapatmak, son derecede yanlış bir tasarruftur. Tarımda, planlama anlayışına dayalı, kamucu, üretim ekonomisiyle bağdaşan yaklaşımlara ve yapılanmalara gereksinmemiz vardır. Burada bir parantez açıyor ve Türkiye’mizi, tüm uzmanlık bilgisi ve kurumsal deneyimle, bir Milli Tarım Politikası Kurultayı toplamaya davet ediyorum.
İTHALAT AZALTILMALI… KENDİMİZE YETMELİYİZ!
Çevre yıkımı ve doğanın kirlenmesi gerçeğinden payımızı aldığımız bu dünya bize “kurtuluş tarımdadır” diyor! Çin-ABD’nin Tayvan gerginliği, İran-İsrail’in bitmez didişmesi, Lübnan’dan Magrip’e, Ortadoğu’dan Afrika’ya bölgesel savaşlar, tarım imkanlarını daraltmaktadır. Dünya bir tahıl stoklamasına gidiyor; o kadar öyle ki, küresel gübrenin yüzde 40'ını üreten Rusya ve Çin bu kalemde kendini kapatmış durumda deniyor.
Yılda 20 milyon ton tahıl üretiyoruz, Dünya’da 11. sıradayız ama bu yetmiyor.
Türkiye tahıl ithalatının yüzde 18’ini Ukrayna’dan, yüzde 66’sını Rusya’dan yapıyor. Türkiye’nin yıllık buğday ihtiyacı ise 25 milyon ton; bunun 18-19’unu içeride tüketiyor,
6-7’sini işleyip ihraç ediyoruz. 2021 yılı tarım ve gıda dış ticaret hacminde 7,18 milyar dolar fazla verdik: 22,84 milyar dolarlık ihracat, 15,66 milyar dolarlık ithalat yaptık.
Fakat asıl sorun şurada: On yıllar öncesi tarım alanında kendine yeten sayılı ülkelerden biri iken, bugün, (2021 verileriyle) 7 milyon 820 bin ton ekmeklik buğday, 319 bin ton makarnalık buğday, 2 milyon 127 bin ton arpa, 2 milyon 107 bin ton mısır, 739 bin ton ayçiçeği tohumu, 2 milyon 631 bin ton soya fasulyesi ithal etmek durumunda kaldık. Bunun parasal değeri 50 milyar TL olup asıl sorun tarım ürünleri ithalatındaki sorundur ve bu tablo ilaç, mazot, gübre gibi kalemlerdeki eklemelerle daha da ağırlaşmaktadır.
ARACILI VE 'ACILI' SİSTEM
Tarımda çok ciddi anlamda bir depolama ve nakliye sorunumuz da vardır. Sonuçta nüfusu dünyanın en genç ülkelerinden birinde gelecek kuşakların sağlıklı besine ulaşma olanakları kısıtlanmakta, artan fiyatlar karşısında halkın sofrası giderek fakirleşmektedir. Tarımdaki 'aracılı' benim tabirimle 'acılı' sistem sayesinde, tarlada 2 TL olan elma markette 11 TL; tarlada 3 TL olan salatalık markette 16 TL; tarlada 2 TL olan pırasa markette 8 TL; tarlada 8 TL olan yeşil mercimek markette 28 TL’ye satılmaktadır. Bu fahiş fiyatlama aynı zamanda enflasyonu da tetiklemekte, bireysel borçları artırmakta (kredi kartıyla pazar alışverişi vb.), enflasyon ve borçlanma artınca TL’nin değeri daha da düşmekte, o arada çiftçinin girdileri de zamlanmakta, girdiler ve de ithalat yükü artınca da devletin dış borç yükü ağırlaşmaktadır. İşte bu sarmal aşılmalı, bu döngü kırılmalı, bu adeta 'öz-ezer-ambargo' yerle bir edilmelidir.
PİYASACILIK DEĞİL KAMUCULUK
İçinde bulunduğumuz koşullarda tarımı da piyasalaştırarak sorunlarımızı çözemeyiz. Piyasacılık 'paracılığın' altında ezilir ya da onun zehrini her yana salar, zengini daha zengin fakiri daha fakir yapar. Türkiye sektör bölge kayıplara uğrarken, anımsayalım; atlı büyük bankanın ilk çeyrek karı 50 milyon TL, yatırım bankalarının karı da 7 milyar dolardır. Türkiye’de bankalar, dahası ihtisas bankaları, büyük futbol kulüplerinin vergi borçlarını silecek veya medya dışından gelip medya yatırımı yapacaklara kredi verecek kadar zengindir ama iş, çiftçinin borcuna gelince aynı cömertlikte değildirler. Oysa biz, toprağın, tarımın desteklenmesine alışkındık. Çünkü toprak yanıltmaz, toprak aldatmaz; o nedenle paracı bir serbest piyasa tarım topraklarının sınırına hiç girmemeli ve doğrudan destek ile 'yan gelip yatan değil' alın terini toprağa akıtan çiftçi, alımlarla, girdilerle desteklenmeliydi.
TARIMI YAŞAT Kİ, İNSANIMIZ GÖNENSİN, TÜRKİYE GÜÇLENSİN
Nihayet tarımda yapılması gerekenleri bir kez daha vurgulamakta yarar vardır: Çiftçi, mazot, gübre, ilaç açısından desteklenmeli, kooperatifler ve birlikler ihya edilmeli, Dünya Fındık Borsası Türkiye’ye taşınmalı, zeytinyağında markalaşma ve pazarlama olanakları artırılmalı, tanzim satış mağazaları yurt genelinde yaygınlaştırılmalı, üretimi % 50’den fazla yerli hammaddeye bağlı market ürünleri etiketine maliyeti, üretim tarihi ve son kullanma tarihine bağlı üst fiyat sınırı getirilmeli, uzay teknolojisinden ürün deseni için ve yangın ve afetle mücadele açısından yararlanılmalı, her köye birer ziraat mühendisi atanmalı, üretici köyler ortak makine ekipman parkı ve veteriner ünitesiyle birleştirilmeli, hayvancılık ve besicilik ihya edilmeli, Dicle ve Fırat Suları Üst Planlama Kurulu oluşturulmalı, KOP tamamlanmalı; su havzaları korunmalı, enerji tesisleri nedeniyle orman alanlarının, derelerin yok olmasına izin verilmemelidir.
Unutmayalım tarımı öldüren Türkiye’yi öldürür; tarımı yaşatan Türkiye’yi yaşatır!
Tarımı yaşatalım ki, insanımız gönensin, devletimiz daha da güçlensin!