Tarımı yok etmek
Tarımdan herkes anlıyor. Dikkat edilirse, domatesi masasında görenler bile domates konusunda iddialı makaleler yazdılar. Bu anlayış bir gerçeği yansıtmaktadır. Tarımın karışanı çok, ama sahibi yoktur.Uygulamalara bakınca, tarımın esas sahibi olan üreticilerin (çiftçilerin), tarımla ilgili temel kararların alınmasında neredeyse hiçbir etkisinin olmadığı açıkça görülür. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde bu durum daha belirgindir. Mevcut kurumlara, yazılan raporlara, proje çalışmalarına vb. bakınca çok şey yapılıyor gibi gözükmektedir. Yaklaşık son 70 yıldır, tarıma ayrılan bunca kaynak ve emeğe karşın istenen bir tarımsal yapıya ulaşılamamıştır. Oysa bazılarının bilgisizce saptırma gayretlerine karşın Türkiye’de tarım, genç Cumhuriyetimizin hem üretim, hem de emek olarak temel kaynağını oluşturmuştur.
SÖZDE REFORMLAR
Cumhuriyetin ilk döneminden başlayarak 1970’lere kadar devlet desteğiyle oldukça güçlü bir tarımsal üretim ve tarıma dayalı sanayi alt yapısı yanında, devlet güdümünde de olsa çiftçi yararına işleyen bir örgütlenme modeli oluşturulmuştur. Ancak II. Dünya Savaşı sonrası esen Batılılaşma rüzgarları ile birlikte, her alanda olduğu gibi tarımda da temel politikaları “üst akıllara” bıraktık. 1980’den sonra, liberalleşme ve özelleştirme uygulamaları ile sıkça dile getirdiğimiz gibi Süt Endüstrisi Kurumu, Et Balık Kurumu, Devlet Üretme Çiftlikleri, Zirai Donatım Kurumu, Yem Sanayi AŞ, Tekel, Şeker Fabrikaları ve daha birçok kurumu ya yok ettik, ya da etkinsizleştirdik. Bu uygulamalar, tarımda önemli bir yapı değişikliği ve yıkıma neden olmuştur. Çünkü bu yapıların yerini tutacak, üreticiye dayalı bir yapılanma ortaya çıkarılamamış, Türk tarımı, uluslararası tekeller ve karar vericilerin eline bırakılmıştır. Bu gelişmelere karşın tarımın yeterince dönüşmediğini (yıkılmadığını) gören Dünya Bankası güdümlü Batı aklı Türkiye’de Tarımsal Reform Uygulama Projesini başlattı. 12 Temmuz 2001 de onaylanan kredi ile borçlanarak tarımımızı dönüştürdük. İthalatla terbiye etme politikaları ile bu yıkımı daha da hızlandırdık. Sonuç ortada; Son yıllarda milli tarım politikası uygulayan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın verilerine göre, 2000 yılından bu yana çayır mera alanı 5 milyon, tarımsal üretim alanı 3 milyon hektar azalmıştır. Küçük aile işletmeleri giderek tarımdan uzaklaşmaktadır. 2000 yılında yüzde 36 olan tarımda istihdam oranı, 2010’da yüzde 25.15 ve 2016’da ise yüzde 18.40’a düşmüştür. Aynı dönemde tarımsal ürün ithalatı da sürekli artarak neredeyse ihracatla eşit düzeye, 18 milyar dolara yükselmiştir. İşlenmiş gıdada ihracat 18 milyar dolara doğru artarken, ithalat da aynı artış eğilimini göstererek 12 milyar dolara yükselmiştir. Tarımsal ham madde ithalatı 2000’lerde 1.5-2 milyar dolar iken, 2014’de 6 milyar dolara yükselmiş, 2015 yılı dahil 16 yıllık dönemde ihracatın ithalatı karşılama oranı ne yazık ki en yüksek yüzde 22.1 olabilmiştir.
ÇİFTÇİLER GÜNÜ ÇİFTÇİLERİN Mİ?
Bu gelişmelere rağmen Türkiye’de Dünya Çiftçiler Gününü kutladık. Bu kutlama, 1946 yılında kurulan ve günümüzde var olmayan, Dünya Çiftçi Örgütü’nün (International Federation of Agricultural Producers-IFAP) 14 Mayıs 1984 yılında Hindistan’da yapılan genel kurulunda alınan, bu tarihin Dünya Çiftçiler Günü olarak kutlanması ile ilgili kararına dayanmaktadır. Merkezi Paris’te olan IFAP’ın faaliyetine 4 Kasım 2010 tarihinde yargı kararı ile son verilmiştir. 2011 yılının sonlarına doğru, bir grup çiftçi temsilcisi, IFAP’ın yerini alacak bir örgütlenme için harekete geçmişler ve 29 Mart 2011 tarihinde merkezi Roma’da olan Dünya Çiftçiler Örgütü (World Farmers Organizasyon-WFO) kurulmuştur. Yaşananlardan da anlaşılacağı gibi bu örgütler, tabandan yukarı doğru gönüllü oluşan çiftçi örgütlerinin bir çatı örgütü olmanın ötesinde, Bretton Woods (kapitalist dünya) ruhuna uygun, güdümlü örgütlenmelerdir. Günümüzde, dünya tarım politikalarının oluşturulmasında tarımsal girdi ve ürün işleme ve pazarlanmasında hakim olan sınırlı sayıdaki çok uluslu tekellerin etkili olduğu bir gerçektir.
Türkiye’de çiftçilerin tabandan yukarı doğru demokratik bir yapı içinde bir araya gelerek, ekonomik ve politik olarak bir baskı grubu olacak şekilde örgütlenmesi tek çözüm yoludur. Yoksa mevcut, adı meslek odası, kooperatif, birlik vb.olan, ancak tarım ve üreticiden yana oldukları tartışmalı bir örgüt yapısı yanında, mali ve ticari politikalarla tarımın sorunlarına kalıcı ve gerçekçi çözümler ortaya koymak olası değildir.
Umarım izlenen politikalarla, son yıllarda haklı olarak hız verdiğimiz milli silah ve mühimmat yapma kampanyasına benzer şekilde, milli domates ve fasulye üretme kampanyası yapmak zorunda kalmayız.