Tavr-ı hareketimiz, tarz-ı hareketinize bağlıdır
Nihayet 2015 yılı bitti. Türk Milletine Tanrı böyle bir yıl daha yaşatmasın. Bir yıl boyunca sanki korku filmi yaşadık. Okullar, kreşler, hastaneler bombalandı. Ülke kan gölüne döndü. İnsanlar neredeyse bu gün kaç ölü olacak diye talih oyunu oynayacak. Sokaklarda dolaşmak için yürek ister oldu. Bunu becerebilenler kahraman gibi oldu. Sabahları insanlar ailesi ile birlikte helalleşerek evden çıkmaya başladı. Çünkü nereden bir canlı bomba çıkacağı da belli değildi kimin arkadan vurulacağı da... Frankeştaynalar oluşmuştu. Sözde polislerin ve sözde savcıların çeteleri vardı. Hem de masum insanları kandırmaya yönelik dolandırıcı çeteleri.Daha önce de sözünü etmiştim. Bunlarla ilgili bir olayı da bire bir kendim yaşamıştım Kendilerine savcı süsü veren iki kişi evime telefon ederek beni ifade vermeye çağırdılar. Neymiş ben bir terörist çeteye para yardımı yapıyormuşum. Oysa ben emekli bir insanım... Kendimi zor geçindiriyorum. Merkeze çağırıp, ifademi alacaklarmış. Sonradan anladım ki dolandırıcı imişler. Bu konudan bahis açtığımda gördüm ki çok kişi bu ya da buna benzer olaylarla karşılaşmıştı. Bir de eskileri düşündüm. Ne güzel hayat yaşamış bir jenerasyonuz. O zamanlar herkes istediği okula gidebilir, istediği üniversiteye gidebilirdi. Sosyal durum bu günkünden çok iyi idi. İnsanların birbirlerine karşı davranışları ve yardımları bu günkülere hiç benzemiyordu. Okulun yemekhanesinde 25 kuruşa üç çeşit yemek yiyorduk. Üstelik o zaman dünya savaşı vardı. Temel ihtiyaç maddelerinden olan ekmek ve şeker gibi yiyecek maddeleri karne ile satılıyordu. Ayrıca tekstil gibi diğer bazı maddeler de yine karne ile satılırdı.II. Dünya Savaşı sıralarında Orta Doğu, İngiliz askerleri tarafından kuşatılmıştı. İngilizlerin Orta Şark takımı Galatasaray ve Fenerbahçe ile maç yaptı. Tesadüf bu ya. Her iki takımla da berabere kalmıştı. İngiliz takımında Prayer isminde hava kuvvetlerinde fotoğrafçı olarak çalışan biri vardı. Bu kişi daha sonra Fenerbahçe’de antrenörlük yapmak üzere İstanbul’a getiriliyor. Prayer hem Fenerbahçe Kulübü’nde antrenör olarak görev yapıyor hem de İngiliz Konsolosluğu’nda çalışıyordu. Hükümet onlara ‘ağır işçi karnesi’ vermişti. Bu suretle bizlerden daha çok ekmek almak hakları vardı.. Bizler ise ekmek zor buluyorduk. Prayer, öyle bir kişilikti ki kendi ekmeğinden arttırıp futbolcularına ekmek getiriyordu... O zamanlar kimsenin eli bir başkasının cebinde değildi... Bizim mahallede de komşu mahallede de ülkenin doğusundan insanlar geliyordu yerleşmek üzere. Babam da dedemle beraber İstanbul’a gelirken dedemi Ruslar öldürmüş. Babam İstanbul’a yalnız başına gelmiş mecburen. Türkçe bilmiyor ama Kürtçe konuşabiliyormuş. Zaman içinde Türkçe kurslarına giderek Türkçeyi öğrenmiş. O dönemde bu insanların Kürtçülük yapmak akıllarından bile geçmezdi. Çok da mert insanlardı. Babamın Kürt kökenli olduğu bilindiği için bana tribünlerden “Kürt Halit” diye bağırırlardı. Ama bu doğaldı. Esmerlere Çingene, Doğululara da Kürt diye tezahürat yaparlardı. Geçen gün otobüsteyim. Önde bir kargaşa oldu. Kendisinin söylemesinden öğrendiğimiz bir Kürt, bir başka adamla tartışıyor. Kürt olduğunu “Ben Kürdüm, şöyle yaparım, böyle yaparım” diye bağırıyordu da öyle anlamıştık. Benim yanımda duran yine daha sonra Kürt olduğunu öğrendiğimiz bir genç fırlayıp, süratle kavga edenlerin yanına koştu. Ne yapacak acaba diye merakla bakarken, kavga eden adama bağırarak “Sen neden böyle ben Kürdüm” diye dayılanıyorsun diye bağırdığını gördük. Durum enteresan geldi bana. Bir Kürt delikanlısı çıkıyor, Kürtlüğünü öne sürerek asarım, keserim diye tehditler savuruyor. Başka bir Kürt delikanlısı da çıkıp, “sen niye Kürtlüğünü öne çıkararak dayılanıyorsun?” diye müdahale ediyor. Yoksa biliyorsunuz sokaklar öfkeli insanlarla dolu. Her an her yerde kavga çıkabiliyor.Peki nasıl düzelecek? Bir ülke kolay kolay bu duruma gelemeyeceği gibi kolay kolay da bu durumdan kurtulamaz. Herkes “Haydi biz böyle yaşadık da torunlarımız nasıl yaşayacak?” diye gelecek kuşaklar için endişe içinde.Ne var ki büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk ve onun en yakın silah arkadaşı, II. Dünya savaşında kapımıza kadar dayanmış kükremekte olan Hitler’in Alman ordusuna “tavr-ı hareketimiz tarz-ı hareketinizdir” diye rest çeken İsmet İnönü için söylenen kötü sözleri, meclisteki aşağılanmalarını düşünürsek, bu millet insanları hakkında az çok doğru değerlendirme yapabiliriz sanıyorum. Bu günden geçmişe empati ile bakarsak, Türk milletine yakışan hareketlerin bunlar olmadığını görürüz. Geçmişteki milli özelliklerimiz bu günlere kadar sürdürülemedi. İnşallah eser halinde kalmış olan az sayıdaki özelliklerimizi, gelecek nesillere kadar sürdürelebiliriz.
Her şeyi bildiğini zannedenlerin önce kendilerini bilmeleri gerekirBazı okurlarım, yarı siyasi yarı futbol yazdığım yazıları eleştirebilirler. Belki de arkadaş sen siyaset yazacaksan siyaset yaz diyebilirler. Ben her ikisini de yapacak donanıma sahibim ama futbolu seçmişim. Bilmeyenler bilenlerden öğrensinler. Düşünüyorum da spor yazan arkadaşlarımız ya sporseverlerimiz ekranlarda yalandan kavga edenler, futbol ile alakası olmayanlar futbol anlatanlar, topun kaç gram olduğunu bilmeyen, hayatında ağzına düdük alıp hakemlik yapmayanların evrensel boyutta hakemlik yapanları eleştirmesi. Kendisinin sporla ilgisi olmadığını düşünmeden ahkam kesen, kendisini profesör zanneden kimlerden bıkmadınız mı? Ben, eski Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu’nun bir insanın bilgisi olmadan fikri olmaz sözünü çok beğenirim. Hatta şöyle bir söylence vardır. Bakmakla kolay kolay bir şey öğrenilmez. Eğer olsaydı kasap önlerinde bekleyen kediler, cerrah olurdu.