Tayyip Bey ve Batı
İktidara muhalif bazı yorumcular bir süredir Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'nin ABD ve özellikle Avrupa ülkeleri tarafından artık hiç sevilmediğini ve hatta "üzerinin çizildiğini" anlatıyorlar.
Haklılar, özellikle Hollanda ve Almanya ile yaşanan son gerilimden sonra, CB'nın itibarını neredeyse tümüyle yitirdiği bir gerçek.
Ancak, yorumcuların gözden kaçırdıkları bir husus var: "Sevgi" uluslararası ilişkilerde geçerliliği olan bir kavram değildir. ABD-İngiltere münasebetleri gibi çok istisnai birkaç örnek dışarıda tutulursa, uluslararası ilişkilerde belirleyici olan kavram "ulusal çıkar"dır.
ABD ve Avrupalılar da, çıkarları öyle gerektirirse, hiç sevmedikleri, otoriter ve anti-demokratik buldukları yabancı liderlerle yaşamasını bilirler.
Bütün tehditlerine, sert sözlerine rağmen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'nin ve Avrupa ülkelerinin hiçbir çıkarına kayda değer bir zarar vermiş değil. Tam aksine, gayet uyumlu davranıyor..
Tehditlerin, sert sözlerin hepsi boşlukta duruyor. Bu konuda çok sayıda örnek var.
Örneğin; Menbiç ve Rakka’ya gidilecekti, ABD dışişleri bakanı gelmeden Fırat Kalkanı aniden sonlandırıldı...Cumhurbaşkanı referandum çalışması için Almanya'ya gidebileceğini söyledi. Almanya'dan tepki gelince vazgeçti.Bir daha ağzına bile almadı.
En son tehdit olarak Kerkük'e: "İndirin o bayrağı. Yoksa bedeli ağır olur".diye haykırdı, Barzani Kerkük'ü göz göre göre yuttu. Ses çıkmadı. Üstelik, Barzani de Türkiye'de layık olmadığı şekilde ağırlandı, o bayrak maalesef Ankara'da dalgalandırıldı. Şimdi o kuru sıkı tehdide kim inanır.
Yorumcuların "üzerinin çizildiği" saptaması, ABD'nin ve etkili Avrupa ülkelerinin Cumhurbaşkanı'nı iktidardan düşürecek girişimler yapacakları beklentisini yansıtıyor ise, bu, hiç olmazsa şimdilik, haklı bir beklenti gibi görünmüyor. Böyle olsa bile buna hep beraber karşı çıkılması gerekir.Ülke bizim, sevelim ya da sevmeyelim Cumhurbaşkanı bizim.
Söz konusu ülkelerin Cumhurbaşkanı'nı gerek Türkiye'de, gerekse uluslararası alanda çok sıkıntıya sokacak bilgi ve belgeler ele geçirdikleri, biriktirdikleri ve bunları uygun görecekleri zamanda kullanabilecekleri genellikle kabul edilen görüş.
Ancak, o "uygun zaman" batı açısından henüz gelmedi...
Bölge ve Türkiye üzerindeki projelerini, 16 Nisan'da durumunu iyice pekiştirmesini diledikleri bir tek adam üzerinden gerçekleştirmeyi hayal ederken, "at değiştirmelerinin" bir anlamı yok.
Trump yönetiminin Türkiye'deki anti-demokratik gelişmeler karşısında sessiz kalmasının, PYD/YPG ile sürdüreceği Rakka operasyonunu 16 Nisan sonrasına ertelemesinin; Almanya'nın ağır nazi benzetmesine sert tepki vermemesinin sebebi budur.
Projelerin ne olduğunu da saklamıyorlar.
Özetle, Suriye'nin kuzeyinde oluşturulan "Kürt devletçiği" ile iyi ilişkiler tesisi -ki bunu zaten başdanışman İlnur. Çevik "Barzanileşmeleri" koşuluna bağlayarak kabul etti- ve PKK ile müzakerelere yeniden başlanması yani, sonuçta Güneydoğu Anadolu'ya bir tür özerklik verilmesi. Bunlara Kıbrıs'ı ve Ege sorunlarını da ekleyebiliriz.
Diğer taraftan, AB ülkeleri, Türkiye'nin üyeliği konusunun artık tümüyle gündemden düşmesinden hiç rahatsız değiller. AB çevrelerinde, "Türkiye ile münasebetlerimizi artık bir 'iş ilişkisi' gibi sürdürürüz, ekonomiyi, ticareti, sığınmacıları vb konuşuruz, o kadar" havası hakim.
E, bizim iktidar daha doğru bir ifadeyle Tayyip Erdoğan AB'ne ve tabii genel olarak "Batı'ya" çıkar muhasebesi sonucu değil, ideolojik nedenlerle karşı.
Velhasıl, tablo çok net.